20 Temmuz 2011 Çarşamba

Ön yargı Duygularda gizlenir


Ön yargı Duygularda gizlenir.

Ön, baş, baştan, önce, olaydan önce, ne olucaksa olmadan önce, ta başından anlamlarına gelir.

Yargı, bir şey, bir olay, bir kişi, bir durum, bir oluş ile ilgili ailevi, dini ve milli yani toplumsal kabuller ve genellemeleri temel alan kişisel doğru yanlış, olur olmaz, iyi kötü gibi 2’ye ayıran bir inanışı dile getirmektir.

Düşünmek, beğenmemek, tercih etmemek özgürlüktür fakat bir başkasına bunu söylediğimizde bunu onunda böyle düşünmesini istediğimiz için yaparız. Farketmediğimiz belkide o kişinin o an orada olan ile ilgili yargı sahibi olup sizi onaylayacak kadar bilgi sahibi olmayabileceği.

Bu, son zamanda hiç de özel bir şey yaşamadığınız bir komşunuzun her sabah size selam verirken bir sabah surat yapması durumunda sizin “haydaa ne oldu şimdi” demenize sebep olabilir. Sizinle özel bir şey yaşamadan birinci elden görmediği duymadığı bir bilgiye sahip olması ve artık sizi sevmemesi olabilir. Bir başka komşunun bir yargısının altındadır. Sorun birinin diğerini inandırmasıdır. O diğeri, o bir diğerinin kendi kanaatini edinmesine izin vermedi. Önce ki günkü olay bardağı taşıran son damla olmuştu ve ya o genç adamları sevmezdi. Diğerine gitti ve “bu adam evde şunu yapıyor (ve tabi ki bu toplumsal olarak korkunç bir şeydir)” dedi. Diğeri kuralı hemen hatırladı ve adamın onu yapmamış olabileceği ihtimalini es geçerek adama kinlendi.O artık ön yargılı ve adamı yargılamak üzere diğer bir komşu bulmaya hazır. Bu silsilenin adı dedikodu. Sorun silsilenin her bir etabında yapılan yargıların görüş bildirmekten çok karşı tarafın aynı yargıya ulaşmasını sağlama amacı içermesi. Yani enerjisi yüksek, sesi yüksek, tonu tiz, içindeki duygusu kuvvetli.

Bunu bu kişi neden yapıyor? Bir yerinde buna ihtiyaç duyuyor. Onaylanma ihtiyacı. “Haklısın” denme ihtiyacı. Toplumsal yargı ön kabulunü ve içindeki onaylanmış enerjisini karşı tarafın gaza gelmesi özelliğini kullanarak birisinden hoşlanmadığı için ona zarar vermek istemesi. Egosu tatmin olsun diye. Karşısındaki kişiyi kandırmak, aslında kendini de çoktan kandırmış olmak.Duygusal korsanlık yaparak, olumsuz enerji saçarak nefret uyandırarak.

O sebeple “o adamı sevmem” demenin sadece düşünmek, bunu usulca söylemek (düşüncesini belirtmek amaçlı), karşı tarafın aynı kanaati edinmesi için yüksek enerji ile belirtmek gibi birbirinden çok farklı duygu durumları olabilir Yargılamak bunun son hali, yıkıcı olanı, duygusu negatif ve 2’ye bölücü. Karşı tarafı alt yapmak. Ego, kendini üst görmek, buna uğraşmaktır. Ezilince ve ya kendini bir şey sanınca ortaya çıkar. Alt ve üst. Doğru ve yanlış.

Karşımızdaki aynı olayı o an orada yaşasa, o bahsi geçen kişiyi görse aynı yargıya varacak mıydı? Belli olmaz. Önceden belli oldu ama. Çünkü biz kızmıştık. Kendimizi alt hissetmek sebebiyle üste çıkış ve onaylanma ihtiyacındaydık. Ve tüm bu olan biteni farketmedik, bunun adı öz farkındalık. Karşımızdaki kendi edinmesi gereken deneyimi edinemedi.

Görüldüğü üzere asıl konu ne söylendiği değil, kelimeler ile birlikte adı konmadığı için farklarına varmadığımız olgular var duygularımız. Ne söylendiği değil duygusunun ne olduğu önemli.

Tüm bu yazı yargılama içermiyor mu diye düşünürseniz, negatif enerjisi yüksek, 2’ye bölücü, geçmiş acılar dolayısıyla yazılmış, birilerinin kötülüğünü istediğini düşünürseniz evet.

Duygusal farkındalık kazanılmadıkça ön yargılar duygularda gizlenecek ve bazılarımız bazı başkalarımıza ne yapması, ne düşünmesi ve ne hissetmesi gerektiğini söyleyecek. Hal bu ki kimse kimseye ne yapacağını söyleyemez. İnsan özgürdür. Dünyadaki tüm sorunlar bundan çıkar ve dünya uzaktan bakıldığında kendini yok eden bir küredir. Ve aslında herkesin istediğini beğenip istediğini beğenmeme özgürlüğü vardır.

Son olarak, dışarıyı yargılayan, içeriyi de aynı şekilde ve zararlılıkta yargılar. Çünkü kurallar herkes için...

Oytun Okkır

EFT Terapisti

8 Temmuz 2011 Cuma

Duygu


Duygu insanın hayatı algılama şekli.

Her anın, her şehrin, her insanın, her olayın, her zamanın farklı duygusu var. Duygular her zaman üzülmek, kızmak, mutlu olmak, coşku demek değildir. Coca cola içmenin bir duygusu vardır, tam boğazınızdan geçerkenki o duygu. Çocuk sahibi olmanın, yakınımızın ölüm haberini almanın, sahnede alkışlanmanın, sokaktaki dilencinin, geçen yazki tatilin, Paris ziyaretinin, Kıbrıs’ta kumarın, düşmanımızın, annemizin, big mac’in, bungee jumpingin, belli bir kafenin, güzel bir kuru fasulye pilavın ve ya Bon Jovi konserinin, namaz kılmanın, en sevdiğimiz arkadaşımızın, doğru olanı yapmanın, çocuğumuzla vakit geçirmenin, başarmanın, başarısızlığın, Angelina Joli’nin, arkadan vurulmanın, ilk öpüşmemizin ve ilk aşkımızın o unutulmaz duygusu ...

Ve farkeder emin olun farkeder. Atila Taş konserine yüz lira verseler gitmezsiniz, Scorpions’a yüz liraya yer bulamazsınız. Hep duygusu için. Bir sosisli iki liradır, karides yüz elli. Şarapları düşünün, tekirdağ ve yeni rakının farkını. Duygusu için on bin harcayıp Hawai’ye gidersiniz. Dönüşte nasıl da değdiğini anlatıp durursunuz.

Açık yazacağım.

Her ne yapıyorsak iyi hissetmek için yapıyoruz. Farkında olsak da olmasak da. Bazımız bir duygu için hayatını ciddi anlamda tehlikeye bile atar ve kanat takıp uçurumdan atlar. Her ne pahasına olursa olsun intikam ve ardından ömür boyu...Hep bir duygu için.

2010’dan ilk aklınıza gelen nedir? “O doğum gününde ne çok eğlenmiştik” ve ya “o hatayı yapmayacaktım”. İşte yolun sonunda da sadece bu yüksek hissedilmiş duygular tüm size ayrılan zamanı özetler olacak. 2010’da “aman da ne güzel her gün aynı işe gittim geldim” demeyeceksiniz.

Peki ya olumsuz duygular, sıkıntılar, endişeler, sindirememeler, nefretler, korkular sadece özgürce atılıp deneyimlemeniz gerekenlerden sizi uzak tutmaz, sizi hasta eder. Tüm sorunlar, yani ister psikolojik, ister fiziksel sorunlar, ister kendine güvensizlik, ister yaşama güvensizlik vaktiyle yaşanmış bir olumsuz olayın olumsuz duygu ve ya duygularından kaynaklanır. Tıpta psikosomatik diye geçen, doktora gittiğinizde psikolojik olduğunu öğrendiğiniz ve ya doktorun stres deyip kesip attığı.

İlk akla gelmesi gereken soru, cereyanda kalmak, ıslak saçla dışarı çıkmanın ne duygusu olacak ama insanı hasta ediyor. Vaktiyle annenizden öğrendikleriniz bunlar, “ıslak saçla dışarı çıkma yoksa hasta olursun”, korku ve suçluluk duygusu içeriyor. Öğrenilmiş. Öğrenmeseydiniz hasta falan olmayacaktınız, dolayısıyla herkesin annesi aynı oranda vurgu yapmamıştır ve cereyan kimisini kesin hasta eder kimisi üzerine hiç düşünmez bile ve tabi hiç bir şey olmaz. Boyun tutukluğunu cereyan sanabilirsiniz ama tam o dönemin gündemi olan parasal stres göze çarpmaz. Çünkü okulda duygu dersi almadınız, bu yazıda yazanlar çok insan için ilk.

Sorun çözmek ancak ve ancak doğru sebep sonuç ilişkisi kurarak olur. Ben bunu niye yaşıyorum?

İkinci soru ise “ne yani proteks sabuna ihtiyacımız yok mu?”, mikrop ve ya bakteri diye bir şey yok mu? Var kesinlikle var ama bunlar zaten her şartta var ki el yıkamanın verdiği gönül rahatlığı metroda ayakta kalabalıkta hapşıran adamın size mikrop bulaştırmasını engellemez. Vücudun bağışıklık sistemi var ve bizim hastalığımızı engelleyen ve ya engelleyemeyen bu. Bu da direkt olarak nasıl hissettiğimiz ile ilişkili.

Böyle büyük cümleler kuruyorum çünkü inanışlarla hareket etmiyorum diret bildiklerimin kıymeti var bence. O da bu güne kadar EFT çalışması yaptığım 700’ün üzerindeki insanın tamamı vaktiyle bir olayda kötü hissedip sorun edinmiş insanlar. Hep bir olumsuz duyguydu sorun.

Bize öğretilen hastalık insanı tesadüfen bulur, üzerine düşünecek bir şey yoktur, kuş gribinden ve ya kanser olmaktan korkmalıyız yalandır. Dev bir yalan, değil mi? Başka dev yalanlar yok mu sanıyorsunuz. Saf olmayın.

Bir gün endişelendim diye ertesi gün hasta olmayacağım belki ama aynı endişe her gün beni bekliyor ve akşam eve benle geliyor ve uyuyana kadar beni bırakmıyor, hatta uyutmuyorsa hayırlı olsun...

İstatistik yalan söylemez. Klasik tıbbın bir kişiyi iyileştirme, “vardı, artık yok” durumuna getirmesi ortalama % 15-20 ihtimalle olur (soruna göre değişikenlik gösterir). “İlaçla 7 gün, ilaçsız bir hafta” lafı doğrudur. Duygusal Özgürleşme Teknikleri, Emotional Freedom Techniques yani EFT her tip sorunun altında sebep duyguyu bulur, bu duygu ister güncel ister 2 yaşında yediğimiz tokatın duygusudur ve o duyguyu zorlansa da hatırlanamaz yapar. Sebep ortadan kalkar ve dolayısıyla vücut kendini hasta ettiği hızla kendini iyileştirir.

Son bir tespit; insan kendini hasta eder ve kendi kendini iyileştirir. İyileşme kararı tüm duyguların kayıtlı olduğu biliçaltından alınır. Bunu kimyasallar sağlamaz ve EFT’nin başarısı dünya geneli resmiyetinde %80-90’dır. Bunu o kadar basitçe yapar ki ilk görenler “hadi canım der”, bu normaldir. Bir şeyi helede şimdiye kadar öğrendiğimizin tam tersi olan bir şeyi görmek, reddettitit, rasyonel zekamız tarafından olur, normaldir.

Bir şeyi bilmemekten daha kötü olan şey bildiğini sanmaktır.

www.eftiletanis.com

Oytun OKKIR

EFT Terapisti

1 Temmuz 2011 Cuma

İnanmak


Çoğumuzun çıkış noktası değil mi? Her şeyini kaybettiğinde elinde tek kalan. Bir bakalım mı nelere inanıyoruz?

Anne babama? İdeolojiye? Başkana? Dine?Takıma? Arkaşıma? Doktora? Hocaya? Konusuna göre titr sahibine? Hepsindeki ortak nokta bilmemek, deneyimlememiş olmak, öyle duymuş olmak...

Arkadaşım yaşamış ve öyle dedi? İnandım, peki ya kendim deneyimleseydim? Aynı sonuca varmam kesin mi olacak? Daha değerli olan benim ne düşüneceğim değil artık inanmıyor değil biliyor olacağım.

Bir karikatür; bir radyo programında bir uzaylı ile röportaj yapıyorlar ve soruyorlar “başlarda size inanılmaması zor muydu? O da cevap verir “ ben kendime inandım gerisi geldi”. İnanmanın Türkçede bir kabul edilen iki anlamına da dikkat. Birisi güvenmek anlamında, söylediklerinin doğruluğunu kabul anlamında değil.

Allah’a inanıyorum değil varlığını biliyorum daha çok kesinlik sunuyor.

Peki ya anne bamam haklı değillerse, Papa, Hoca? Paki ya takımım her şart altında en büyük değilse? Arkadaşım ya zaten biraz ırkçı ise...

Ne olur biliyor musunuz? Sömürülürsünüz. Duygusal olarak, parasal olarak, zaman olarak...

İşte bu “deneyimlemediğimiz hiç bir şey bizim değildir” yasasına çok uygun görünüyor. Okuduğunuz kitapta yazanları deneyimlemediyseniz, sizin olmadı, hayatınıza geçirmediniz. İngilizce kursundan sonra olanlar gibi. Ama bildiğinizi sanıyorsunuz... İşte bu hiç olmasa daha iyi olacaktı. Ama siz bir ön yargıya kapılmış durumdasınız. Ve bu sizi er ya da geç yanılgıya düşürecek, neyi neden yaptığını unutmuş bir şekilde birilerini de siz inandırmaya çalışacaksınız. Alttan alta bileceksiniz ki bu bir saadet zinciri ve altınıza adam almadığınız zaman sisteminiz çökecek.

“İnancım uğruna acılar çekmem normaldir”, bu da sizin sentetik uyuşturucunuz. Acı çektiğiniz gerçeğini değiştirmez sadece kendinizi kandırmanıza yarar. O çok korktuğunuz şeyi sizden uzak tutar, hata yapmak. Hata yaptığınızla yüzleşmezsiniz, o sebepledir ki bazı kişilerin derin inançlarını paylaşmadığınız zaman aniden öfkelenirler. Söyleyeceklerinizin devamı bir yıkım olabilir. Çünkü o tüm gökdeleni bu temel üzerine inşa etmiştir.

Ama ben diyorum ki bize acı veren ve hayatı zorlaştıran bir şeyler olabilir. Sorun çözmenin ilk şartı sorunu tespit etmek. Hata ile yüzleşmek ilk iş olacaktır. En azından bazılarımız “hata yapıyorsam bunu bilmek isterim” diyebilir, bu derin bir değişim pahasına da olsa. Yine ben diyorum ki bu acılar olmak zoruda değil. Hatalı yolda çok ilerlemiş olabilirsiniz, önemli olan size iyi gelip gelmediği...

Peki ya doktorunun korkutmasıyla daha kötü olanlar... Sadece iki yıllık ömrü kaldığına inananlar. Dinde diğer dinlerin iyi görülmediğine inananlar. İntihar bombacıları.

Bir örnek vereceğim birisiyle sorun yaşayıp, o tip kişileri genelleme alışkanlığı. “Bir X ile sorun yaşadım (Türk, Fransız, Kürt, erkek, kova burcu, zenci) ve artık X’lerle benim işim kalmadığına inanıyorum”. O kişinin X’de olduğu kadar Y’de de olduğunu göremeyeceksin, ve hakkaten aklından geçenleri gerçek edeceksin, ve ya bu ön yargı ile yaşayap yaşlanacaksın bu senin için tüm X’lerle yaşanacak güzellikleri başlamadan bitirecek. İnanmaya devam et ama bil ki bu senin korkaklığın ve iç farkındasızlığının sebebi. Haklı çıkma egoların emin ol haklı çıkacak, ama onlar senin hayatını senden çalıyor. Ve muhtemelen bir başka hayatta aynı kararı tekrar alacaksın, çünkü yaşayamadıkların senin yaşaman gerekenlerdi. Bakkala gittin ve alman gerekeni almadan geldin, tekrar gideceksin.

Söylediklerime inanmanızı değil deneyimlemenizi tercih ederim. Bundan sonra her inanmak kelimesi duyduğunuzda artık sizin için bir anlam ifade edecek.

Neleri yapamayacağınıza inanıyorsunuz? Bunu kimden öğrendiniz? İlla birisi çıkacak altından. İnanmak köleliktir. Dikkat edin birileri üzerinizden pirim yapıyordur.

Oytun OKKIR