26 Kasım 2011 Cumartesi

O adam


Düşündüğün şeye güç veriyorsun. Ne düşündüğüne dikkat et, neye güç verdiğine.

Bazen sen “ne var ki bu düşündüğümde” derken, “resmi unut sadece duygusuna odaklan ve bana tipini ve şiddetini söyle” desem, neye güç verdiğini anlardın.

10 üzerinden değerlendirsek, ne kadar da hızlı 9-10 seviyelerini görüyorsun. Peki bu neden?

Ben bugün bana hafifçe dokunan adama neden sert girerim? Neden biliyor musunuz? Çünkü dünden bir hareketine gıcık olmuşumdur, kıskanmışımdır, o beni küçük düşürmüş, varlığımı hiçe saymıştır fakat susmuşumdur. Ve bugün bu sebeple, dünden bugüne bunu taşımış olduğum için sert kızarım, sert üzülürüm, sert endişelenirim. Ve dışarıdan bakıldığında aşırı tepki vermiş gibi görünürüm ve haksız duruma düşerim, kendime yediremem (ego) kimseye bahsetmem dünden, o günü bilinçaltına bastırırım, yokmuş gibi davranırım, halbuki kendine yalan söylemek kimseye iyi gelmemiştir.

Karşımdakine sert kızıp, sert üzülüp, sert korkarken varlığım ve değerimle ilgili pek az şey bilirim. Bunlar insan olduğum, hatalar yaparsam (kurallar listesi 2 klasör tutar) sevilmeyeceğim yani değersizleşeceğim ve bana kızılacağı ve benim de tabi ki kendime kızacağım. Değersizlik, olduğu durumdaki değersizlik, yeterince iyi kazanmamak, yeterince uzun olmamak, yeterince güzel olmamak, yeterince zeki, yetenekli, iyi huylu, eğitimli, kültürlü, dinine bağlı, ülkesine bağlı, annesine bağlı, sadık, düzenli uyku uyuyan, iyi beslenen, yardımsever, küçüklerini seven büyüklerini sayan (hiyerarşik)ki burada “seven”den kasıt “severim de döverim de, üstünüm ben ve sevmeyi seçiyorum”dur, erkekler için çapkın, kadınlar için evine bağlı ki bunlar kadın kimliğini erkeğin aşağısına yerleştirir, ki tüm bu saçmalıklar toplumsal bilinçaltıdır, güçlü olamamak yüzünden.

İşte seni başta o yüksek hissedilmiş düşünce dolayısıyla duygulara sevkeden ikinci ve temel etken bu yukarıdaki zırvalıklara çok tutulmuş olmandı. Ama kim seni suçlayabilir? Sevilmeyecektin. Hala da sevilmezsin. Ve ne durumda sevip, sevilebileceğini ve kendini sevebileceğini öğrendin, bomboş tazecik zihnine ilk bunlar girdi.

İyi ya da kötü. Geldin gittin, seçtin.Aslında onay verdin ya da vermedin. Hep de tam emin değilken zorladılar seni seçmeye. Evet mi hayır mı? Evet dediğinde sıkıntı olacaktı, hayır dediğinde de. Al sana sır: evet ya da hayır kadar geçerli, anlamlı, 100% hakkın olan bir üçüncü ihtimalin vardı; hiç birşey dememek, “bilmiyorum” demek, “karar vermek için deneyip görmem gerek” demek, “aynı gömlek herkese olmayabilir” demek. Her yargıladığımızda, yani evet ya da hayır dediğimizde cevabını bilmediğimiz sorulara cevaplar dağıtıyoruz. Tabi ki hata yapıyoruz. Suçlanıyoruz ve kendimizi suçluyoruz. O bir şey olamadığımız için herşey bitti sanıyoruz, bir hiç olduğumuzu düşünüyoruz. Bu da diğer tüm inançlar (o 2 klasörlük liste) gibi bizi kölesi yapıyor.

Tüm bunlar herşey mükemmel olsun diyeydi, tam tersi oldu...

Kimse üzülmesin diyeydi, herkes üzüldü.

Hepsi O’nun içindi, en son onu kaybettim.

Halbuki korkuları, üzüntüleri, kızgınlıkları, sevinçleri, çoşkuları, sevgiyi, sevgisizliği mükemmelen bilinaçltıma yazabiliyorsam, bilinçaltım vücuttaki tüm sistemler gibi benim hayrıma çalışması gereken bir sistem olarak iyi-kötü ayrımı yapmıyor. O sadece kaydediyor, bir gözlemci gibi. Efendisinin emrinden çıkmayan uşak. Efendisinin bir gün kendi değerini keşfedeceği günü bekleyen bir bilge. Görevini mükemmelen yerine getiriyor, korku ise hemen bulup getiriyor nereden çıkardıysa.Fobisi olanın kediden korkma hızım saniyenin çok altındadır. Kediyi görüp tehlike hissedip korkmak ise gözlem ister, zaman ister. Bilinçaltı size der ki “siz kaydetmiştiniz efendim”. Haklı. O sevmediğimiz grup insanı gördüğümüzde yükselen nefret... O elde edemediğimiz karşı cinse benzeyen herkese tutulmak, kedi olan ev temiz olmaz kaydımız yüzünden hissettiğimiz iğrenme. Sadece seçtirildiğimiz liderin söylemlerine sahip diye hırsıza verdiğimiz onay.

Bilinaçltı tüm gerçekliği yönetir.

Korktuğumuzu çekmenin örneklerini yazmaya gerek duymuyorum. Korkuların tamamı öğretildi, gerçek değiller, sadece birer inançlar. Yaşamaktan korkmak ve yaşadığında kızacağını bilmek, bildiğin şeyin gerçek olması , korktuğunu yaşaman ama sadece senin gerçekliğin olması. Yere tüküren adamdan iğrenip “ kardeşim hepsi beni mi buluyor?” diye naif naif düşünmen.

İnandıklarımızı bildiklerimiz sandığımız sürece, tanrısal değere en gerizekalımızın da tabi ki sahip olduğunu bilmediğimiz sürece, böyle yargıladığımız sürece, kendimizi yargıladığımız zaman tanrısal güç ile kendimize cezayı kesip, hasta olduğumuz sürece, pek bir şey değişmez. Değişim için efor gösterenleri çok takdir ediyorum, tek dikkat etmeleri gereken şey, içsel yüzleşme ve barış yapmadan, aslında iyi veya kötünün varlığını tamamen hayatından çıkarmadan yüzeysel yüzeysel takılarak kendini kandırmamaya dikkat. Yine iyi gelir de. Pek bir şey değişmez. Büyük ve köklü değişimler mümkündür, buna özgürlük denir.

Unutmayın

Tanrısal olmayan hiçbir şey yoktur. Tanrı bulut ya da bulutun arasından hayal meyal gözüken sakkallı yaşlı, elinde bir çek list ile (yaptı yapmadı onay listesi) gezen asık suratlı, beyaz tercih eden bir adam değildir. Bu adam sizin içinizde olamaz. Bu adam siz değilsiniz. Böyle bir adam yok. Elinde çek list yok, dönem sonunda hesap sorup, sizi cezalandıracak değil. O adamın sizi cezalandırdığı ve ya mükafatlandırdığı ve içinizde olduğu şu bakımdan gerçektir o adam sizsiniz sadece, o adam değil, siz. Sadece siz. Yargılamak tüm bunlardan bihaberlik yüzünden. Tanrı, evrendi, var olanın bütünü idi. O her yer idi. Kendini keşfediyordu.

Tanrı üzülemez, kızamaz, suçlu olamaz, hata yapamaz. Deneyimler ile kızgınlığı, üzüntüyü, nefreti, sevgiyi, detayı, makro evreni ve mikro evreni, sonsuzluğu öğreniyoruz. Sadece çok yaygaracıyız, hepsi de sadece teker teker öğrenilmesi gerekenler, yaygara bitse durum değişecek, buraya dikkat durum değişince yaygara bitecek değil, yaygara bitince durum değişecek.

Hata yaptığımız için suçlu hissetmiyoruz, suçlu hissettiğimiz için hata yapıyoruz. Yoksa nasıl denk gelecek de hepiniz pek bahsetmeseniz de aynı hataları üst üste yapacaksınız. Hayat tesadüfmüş gibi ondan bundan korkmayı biliyordunuz, bu da mı tesadüf?

Saf olmayın hayatın anlamını bilmiyor olabilirsiniz. Buna hakkınız vardır. Sadece biliyor gibi davranmak sakıncalı. Bir şeyi bilmemekten daha kötüsü bildiğini sanmaktır.

Babam haklıymış, hoca çok biliyormuş, lider öldürmemiş gibi davranmaya devam etmek iki taraftan birini tercih etmeye zorunda bırakılmak yüzündendir.Halbu ki değişim devam ediyor, en sonunu bilmiyoruz ki şu ana kadar olan bitene “aman da ne kötü oldu” diyelim.

Değişimin ilk ve en önemli adımı, bu yazıdan hiçbir şey anlamadıysan bile kendini suçlamayı bırakmaktır. Ardından ve beraberinde tüm özgürlüklere sahip olduğunu farketmek.

Suçluluk duyguları, “aman boşver, niye kendini suçluyorsun, unut gitsin” dendiği zaman yok olmaz, hiç kıpramaz. EFT yapmak. Anında istesen de , zorlasan da kendini suçlu hissedememektir. Gerçek affı sağlar, gerçek af efektiftir ve değişim başlar. Olacaklar şu an hala birazdan sokağın keşmekeşine girip bunu yargılayacaklar için önceden tahmin edilemez. Yavaş olmasında sakınca yoktur, onun bir süreci ve zamanı var.


Oytun Okkır