Geçenlerde Vipassana Meditasyon kampına katıldım da...
Kamp çünkü 10 günlük.
Meditasyon yani zihni durdurma pratiğini edinme ve bu şekilde zamanlar
geçirme... İnsana en azından dinginlik ve hatta aydınlanma bile sağlayabilir
deniyor. Tüm zamanların en popüler ruhsal pratiği...
Vaktiyle TM yani Transandantal Meditasyon ile ilgili 2
günlük bir eğitim almıştım. Mantralı meditasyon idi. Yani bir kelimeyi tekrar
ederek zihninizi dizginlersiniz. 6 ay kadar pratik ettim sonra net bir
faydasını görmemekten bıraktım. Bir de disiplin işi sonuçta. Ama insan fayda
görünce motive olurdur herhalde...
Birkaç sene önce de bir derneğin öncelikle ruhsallıkla
ilgili sohbetlerine katıldım ardından Isparta taraflarında Reiki Huzur Vadisi
adındaki yerlerinde yine 5-10 günlük bir meditasyon kampına katılmıştım. Hint
şarkılı olan ve olmayan bazı bir çeşit bir meditasyondu. Tipleri gözüm tutmadı.
Bir karı kocanın tam rehberliğinde bir oluşum ve gelişim. Efendi mürit, hoca mürit,
master mürit, guru mürit ne derseniz tarzında ilişkilerin patron ve çalışanı
samimiyetinden öteye gitmediğini düşünüyorum. Elemana tam teslimiyet ne derse
kabulu getiriyor. O yasaklar koyabiliyor. O konuşuyor siz susuyorsunuz. Ona saygı
göstereyim derken müritler ne şekillere girdiklerini farketmiyor. Hoca havaya
girmekten kendini alamıyor. Hem hocanın hem müridin hem ilişkinin çok net
karakteristikleri var, kalem kalem sayılır. Bir ara sayarım.
Vipassana 10 günlük sessizlik meditasyonu olarak da
biliniyor. Ve katılanlar bunu biliyor, okuyor, imzalıyor. Sigara yok, alkol
yok, yazmak yok, okumak yok yani kendinizle ilgilenmek dışında her şey yasak.
İlk akla gelen konuşmadan durmak beni zorlar mı? Eminim herkes ilk bunu
düşünür. Kampı yarıda terkeden, dayanamayan olduğunu duymuştum. Kendimi
deneyebilirdim. Seneler önce Vipassana Meditasyon kampına katılmış sevdiğim,
güvendiğim ve kafası açık bir arkadaşım bana Vipassana’nın onda çok şey
değiştirdiğini ve harika olduğunu söylemişti. Hep aklımda vardı bir ara bu
kampa katılmak. Ülkemizde de senede bir iki düzenleniyordu ve ben isteyip de
denk gelememiştim. Geçenlerde bir tanesine denk geldim. Kuşadasında bir otelde
olacaktı. Gittim.
Vipassana Goenka adında Hintli bir adamın yarattığı Budizm öğretilerini
de içeren ve belki bunda bir takım eklemeler ve iyileştirmeler de yapmış bir
teknik. Kampta yemekler dışında hiç durmadan meditasyon yapıyorsunuz. Aralarda
organizasyonun tayin ettiği, yetkin bir kişi sorularınızı sadece birebir olmak
üzere cevaplıyor ve size Goenkanın ses kayıtları kademeli mesajlar içerecek
şekilde dinlettiriliyor. Ama asıl olarak meditasyon esnası ile ilgili
yönlendirmeleri var. Hintli ve koyu bir hint aksanıyla iyi bir ingilizceyle
bunu yapıyor. Kişi kendini aydınlanmış kişi olarak da nitelendiriyor. Başarılı
olduğunu düşündüm. Ermişliğinin bana bir faydası yoktu. Ben mesajına bakarım.
Adam hayatta değil bu arada. Ama ses kayıtları kampın her aşaması için var.
Organizasyonun da başarılı işlediğini düşündüm.
İlk gün. Her sabah 4’te kalkılıyor. Kalktım ve meditasyon
yapmaya başladım. Sıkıcı olduğunu düşündüm. Aradığım şey bu muydu? Eski ve yeni
öğrenciler var. Önceden bu kampa katılmışlar eski öğrenciler. Onlar için olan
talimatlar ayrı. Mesela; akşam yemeği yok. Sadece 5 çayı var. 2 meyveye hak
var. Eski öğrencilere meyve hakkı yok. Onların ayrıca hakkı limonlu su. Biraz
akşamlar acı acına geçiyor. Bir de bu eski yeni öğrenciler ayrımı biraz beni
rahatsız etti. Rehberler var ordaki yetkili asistan Çinli Chong Ming’in
talimatları ile organizasyon kısmı ile ilgileniyorlar, sözde onlar da
konuşmuyor. Eğer hocayla (asistan) konuşmak istersen belli saatler arasında hocaya
bildiriyor ve sıran geldiğinde seni onun yanına götürüyor. Öyle hop diye adamın
yanına gidemezsin. Karşında da olsa. Bu rehberler tam teslim olmuş kişiler.
Padişahla ilişkide gibiler. Saygı o şekil. Gerekli mi tartışılır.
Chong’a gelince. Bu arkadaş 40’larını geçmemiş konusuna
hakim, sevgi dolu çünkü içten gülümsemesini cömertçe dağıtan böyle hakkaten
parlak bir arkadaş. Onu gözüm tuttu.
Tüm katılımcıların da tam teslimiyet halinde kurallara
uyması bir yandan saygı değer bir hareketken bir yandan böyle bir teslimiyet
bana vipassananın tarikatların sistemiyle aynı olduğunu hissettiriyordu. Bu
hiyerarşik yapının hiç bir noktası sorgulanamazdı. Gizliden afaroz tehdidi
vardı. Tüm hiyerarşik yapılarda bu vardır.
Neyse ben öğlen 12’de Chongun huzuruna çıktım ve ayrılmak
istediğimi bildirdim. Üzerimde tam hüküm söz konusuydu ve ben buna gelemem.
Bana uymaz. Yoksa herkes takılsın, millet memnun olduktan sonra. Neyse Chong “ne
kolay pes ediyorsun” dedi. “Daha hiçbir şey görmedin”. Haklıydı. Ona geçmişimde
meditasyonu hayatıma katmak için olan diğer girişimlerimi de anlattım. Onların
da başarısız olduğunu söyledim. “Hah işte” dedi. “Onlarda da erken pes etmişsin”.
Ona her defasında farklı olduğunu genelleme yapılamayacağını söyledim. Sonra
öze geldim. “Burada hiyerarşik bir sitem var ve bunun içinde olamam, ben
anarşistim” dedim. Ayrıca genelde kararlarını mantıktan çok hissiyatlarına göre
alan birisi olduğumu içimde orası ile ilgili kötü hislerin olduğunu ve
hissiyatlarımın şimdiye kadar beni çok yanıltmadığını söyledim. Kısaca işe
yaramazlık hissettiğimi söyledim. O da o tatlı gülümsemesiyle orada hiyerarşi
olmadığını herkesin eşit olduğunu söyledi, anarşistliğimi destekledi. “Gel
erken pes etme” dedi. Ben de “tamam” dedim. Beni ikna etti. Aslında
endişelerimden sıyrılmıştım. Beni asıl etkileyen Chong’un sevgi doluluğunu ben
kendimi çok net ifade ederken kaybetmemiş olmasıydı. Çok olgundu. Hoşuma gitti.
2. gün sakin geçti. Kendi zihnimi kontrolde geliştiğimi
farkettim. Halen Vipassana’nın benim bildiğim meditasyondan ne noktada farklı,
üstün veya yetkin olduğunu bilmiyordum. Şimdilik her şey aynıydı. Fayda
sağlıyordum. Sigarayı durdurmanın ne kadar kolay olduğunu görmek de hoşuma
gitmişti.
3. gün bana yine geldiler. Oda arkadaşım vesaire birilerine
2 kelime edecek oldum ve gözlerindeki korkuyu gördüm. Yanlış bir şey yapıyor
olmanın korkusunu. Ortada bir gariplik vardı. Kişilerin bu itaatkarlıkları ele
geçtiklerini gösteriyordu. Tarikatçılık bana gelmedi. Aynen gittim “ben
ayrılıyorum” dedim. Chong beni yine hoş karşıladı ve şu ana kadar Vipassana hazırlıklarının
yapıldığını, Vipassana’nın 4. gün başladığını ve bunu beklemem gerektiğini orda
süper şeyler olacağını söyledi. Vipassana’yı bir yandan ruhsal bir ameliyat
olarak adlandırdıkları için de 4. günden sonra ayrılmanın ameliyatın yarım
bırakılması kadar tehlikeli olması sebebiyle kimsenin ayrılmasına izin
veremeyeceğini söyledi. Gidip düşünmem
gerektiğini ve istediğim takdirde o gün içinde ayrılabileceğimi ama kalırsam
bir daha ayrılamayacağımı bana söyledi. Ben yine biraz ikna oldum. Her defasında
adam beni rahatlatıyordu. Yine öyle oldu. Her ne kadar böyle bir manastır
hayatı ve kurallar dünyası hoşuma gitmese de Vipassana kısmını da merak
etmiştim açıkçası. Ayrılmadım.
4. gün öğleden sonra 2 saatlik ilk bir oturumla Vipassana
kısmı başladı. 6 gün daha böyle yaşamaya devam etme fikri beni zorluyordu.
Hayatımdan 10 gün verdiğim şeyin bana ne verdiği konusunda biraz hassastım. Hiç
mi hiç tatmin olmadım o 2 saatten. İlerleyen günlerin bunun tekrarı olacağını
hissettim. Ani bir kararla eşyalarımı topladım ve benimle aynı anda oda
arkadaşım hiç konuşmadığım bir çocuk da ayrılmaya karar vermişti. Bu sessizlik
oyununun bu kadar ciddiye alınıyor olması, herkesin kendini rolüne bu kadar
kaptırmış olması insanda konuşma ihtiyacı yaratıyor. Yanındakine sormak
istiyorsun “sen ne düşünüyorsun?” diye ama yasak. Tarikatlarda veya diğer tip
diktatörlük sistemlerinde de olan şeydi bu, sistemi değerlendirmek yasaktır,
eleştiremezsin. Yoksa sistem seni nefretiyle cezalandırır. Aynen öyle de oldu.
Ben Chong’la görüşmeden grupta benim oraya gitmeme vesile olan Endonezyalı
arkadaş Fahmi’ye sesli bir şekilde oradan ayrılacağımı söyledim, illa çevrede
insanlar da bunu duydu. Sanki günah işlemişim gibi bana bakmaya başladılar.
Chong’a ayrılacağımı Vipassana’dan tatmin olmadığımı, insanların gözünde oluşan
korkuların normal olmadığını, hiyerarşik bir sistemlerinin olduğunu söyledim ve
sordum “ sen mesela şu binanın tepesinden (meditasyon salonu ordaydı) bir kere
bir aşağı indin mi? Gelip bizle bir çay içseydin ne olurdu? Sen havaya girmişsin.
Şu rehberler kölen olmuş, tarikat olmuşsunuz, sistem bana uygun değil” dedim.
Chong aşağıda başkasına konuştuğum için beni Vipassana’ya saygısızlık yapmakla
suçladı ve artık benden nefret ediyordu. Ayrılırken yine de her şey için
teşekkürler derken artık bir duvara konuşuyordum. Sistem beni sevmemişti. Çünkü
kurallarını delmiştim, efendiyi kabullenmemiştim ve hiç bir şeyden
korkmamıştım.
Toplam 100 kadar kişi varsa ertesi sabah ayrılan Fahmi ile
birlikte ayrılan 3 kişi olduk diğer 97 kişi deneyimine devam etti. En azından
son bıraktığımda. Belki onlarda bu sistemin saçma olduğunu düşünmüşlerdir ama
yine de deneyimlerini tamamlamayı seçtiler. Öyle de yapılabilirdi. Ama ben
yapmadım. Hiç bir zaman bilemeyeceğim bitirseydim ne olurdu? Hakkaten tahmin
etmediğim bilinç sıçramaları beni bekliyor muydu? Yoksa 6 gün daha kendine
hükmettirmekten başka bir şey olmayacak mıydı?”