Hayat 05 from Oytun OKKIR on Vimeo.
14 Ocak 2013 Pazartesi
30 Aralık 2012 Pazar
27 Aralık 2012 Perşembe
10 Aralık 2012 Pazartesi
Sahip Olduklarım
Son sahip olduğum şey (büyük parça) olan odamı da
bırakıyorum. İç güdüsel olarak son dört senedir sahip olduğum her şeyden teker
teker kurtuldum.
Önce gemi mühendisi etiketini attım. Bir gün aklıma geldi.
Kendime sordum “yapıyor muyum bu işi?”. “Evet” dedim. Bir anda aklıma gelen bu
soruyu bir an tereddüt etmeden cevapladım. Cevaplarımı severim ben. Onların
arkasında dururum. Pes etmez değilim. Ama peşini bırakmam. Diyeceksiniz “peki o
etiketi bıraktın bunu aldın” diye. Ne almışım? Oytun bir nedir? Çok değişik
cevaplar duyabilirsiniz. Tam da yeni bir etiket almış sayılmam. Bunu nasıl
becerdiğim ayrı konu. Unutmadan o “evet” hayatımda hissettiğim en büyük omuzdan
yük kalkma idi. Duygusunu her an hatırlayabilirim.
Sonra tam bir kız arkadaşa sahip olmamaya başladım. Bu
yüzden suçlandım. Ama her halükarda vakit geçirmek için iyi birisiyim.
Cumhuriyetçi, yine bir nevi tek yolcu etiketimi de terk ettim
Anca anti Tayyipçi denebilirim. O da iddiasında olmadığım bir şeydir. Ben kendi
işime bakarım.
Dine dair bir etiketim yoktu hala yok. Dini mi
söyleyebilecek olan var mı?
Herkes bir anneye sahiptir. Ama bu sahiplik durumu kişiden
kişiye farklılık gösterir. Aslında ne kadar senin hayatında belirleyici
olduğundan bahsediyorum. Bundan da kurtuldum. Sadece kendi kararlarımı kendim
veririm gibi bir şey. Sevgi bundan bağımsızdır ki bana sorarsanız hatta ters
orantılı çalışır. Yani karşımdakini ne kadar sevdiğim ona tanıdığın özgürlükle
ölçülebilirdi. Bunun maksimumunu bize verdiği herşey ile tanrıyı olduğu gibi
kabul etmek ile yapmayı hedefliyoruz. Bir de bu gözle bakın sahip
olduklarınıza, ilişkilerinize. Mutlu eden yalanlar ve korkunç gerçekler. Bu
arada annemle çok sık görüşmesek de birbirimizi severiz. O zor bir kadın. E ben
de zorum. Ama benim kimseye kısıtlama getirdiğim olmaz. Kendimi korumak amacım.
Gemi mühendisliğinden sonra birikmiş param hiç olmadı. Tam
bir akış oldu, gelir ve aynen gider. Hiç bir şeyden de geri kaldım diyemem.
2006'da Fransa’dan döndüğümden beri yurt dışına gidemedim ama olsun. Paraya da sahip
olmamışım.
Akrabalar deseniz, elime bakanım yok, eline baktığım yok.
Babamın ölümünden sonra baba tarafıyla koptuk. Koptuk dediğim ben ve annem.
Anne tarafı deseniz daha çok Uşaktalar ve ben şu son sıralar oralara gidip
geldim ve kesinlikle onlarla kendim olarak tanışmış oldum ve kendimi tanıtmış
oldum. Önerdiğim bir kitaptan rahatsız olan bir ikisini hissettim. Hepsi o
yoksa harika geçti. Uygulamalarım sebebiyle hangi yoğunlukta insan tanıdığımı
ve hikaye dinlediğimi size anlatamam. Bu akraba grubu olmaktan bir hayli Uşak grubuna dönüştü.
Çocuk yapmadım. Bazı arkadaşlarım yaptı. Etkilendiğim bir
astroloji seansım da bana “ Sen olgunluğa geçen bir ruh olarak isteseydin
babalık işini harika bir şekilde yapabilirdin. Bunu geçmiş yaşamlarında deneyimlemişsin.
Ve artık bu yaşamda bu sana o kadar da ilginç gelmiyor” demişti.
Kredi almıştım. Avukata düştü. Kara listeye girdim. Artık
kredi vermezlermiş. Ben çok istiyordum zaten. Bitti temizim. Kredi kartlarımı
da iptallediler. Müthiş işime geldi. Sadece cebimdekini harcıyorum. Sadece bir
banka hesabım var. Aklımda binde bir yer kaplamaz. Bu da son dört senede
oldu. Kredi kartına sahip değilim.
Taksit yaptırmıyorum. Fransa’da taksit diye bir şey yoktur mesela, hatta kredi
kartı da bir çeşit debit karttır. Hafif esnektir. "Harcayamazsın" derler yani
adama olmayan paranı. Neden? Halkı için bir yaşam tasarladığını unutmamış,
iletişim ortamına sahip, korku üzerine kurulmamış, batıllarla dolmamış, seri
katilimiz yok diye övünen ama nedense kalın duvarlar perdeler, dip kuytulara
girmeye çalışan bir aileler sistemi olmayan bir yerdir Fransa da ondan. Tüm
yaşamımızın bir Fransızın gözünden inanılması güç olduğunu ben biliyorum,
birçok insan bilmez.
Bağımlımmış gibi beni görme ihtiyacında olan hiçbir
arkadaşım yok. Ben de vazgeçilmez olmadığımı bilirim, onlar da. Bir iki bana
zarar verdiğini farkettiğim arkadaşıma bu yazı tadında iki mektup yazdım. Ve
hala birbirimizi severiz aynı ortama gireriz, çok da eğleniriz. Ama görüşmeyiz.
Diğer arkadaşlarımı sorarsanız, çok memnun olduğumu söyleyebilirim. Sanırım en “birinci”
gördüğüm değer arkadaşlık zaten. Dün akşam elimize geçen kitaptan öylesine
açtığımız sayfada, sayfayı bulamam ama aynen şu yazıyordu : “Batı kültürü
ilişki kavramını aynen karşı cinse yönelme, onu arama, onu bulma, onunla zaman
geçirme, hatuna yumulma yada erkeğe sığınma gibi algılarken, doğu kültürü
ilişkiye arkadaş edinme olarak bakar.” Bu güven gerektirir. Sevgi gerektirir.
Kendini tam ifade gerektirir. O kadar çok arkadaşıma duymakta zorlanacakları o kadar çok şey söyledim ki. Geriye kalanlar gerçek arkadaş oldular. Bana
da istediklerini söylerler.
Araba falan yoktu zaten. En son babamın arabasına sahip
gibiydim yıl 2003. Bir çevirmede bağladılar. 2005’te bir kaç kez “araba alsam
mı?” diye içimden geçirdim.
Uslu çocuk etiketim de yok. Sigara, alkol içiyorum.
Dolayısıyla her tür ortamda eğlenebilirim. Neden sigara içiyorsun diyenlere "ben size sigara içmeyin mi dedim?" diyorum.
Kendimi ifade etmeyi nispeten başardığım için nispeten
mecbur kaldığım ortamlarda insanlarla konuşurum. Aklıma geleni onun duymak
istediği oranda birazcık sınırları genişleterek söylerim. Onu merak ederim, ondan çaktırmadan kelimeler alırım. Eğlenirim. Beni bazen
dışlarlar ama, başından beri de bir kastım olmadığını bilirler. Çelişkiye
düşerler. Seviyor muyuz, sevmiyor muyuz? Bu arada beni tanırlar.
Yemediğim bir sakatat var .
Verilmiş sözlerim yok. Ne devlete, ne insana. Vergi borcum
var. O Allah’ın emri. Alacak bir şey bulamazlar.
Kendimi kimseye borçlu hissetmiyorum. Düşük miktarlarda
arkadaşlarımdan alıp geri ödemediğim zor zaman unutulmuş borçları dışında.
Her şeyin başı zordur. Sonra alışırsın.
Bir vatandaş olarak borç hissetmiyorum. Kendimi yeterince
ifade ediyorum. Düşünüp de Facebook’ta “paylaşmayayım” dediğim neredeyse
yoktur. İnsanlık borcu olarak insanlığa kendimi adamış hissediyorum zaten.
Evlat borcu derseniz. Bunu açıkladım.
Bilgisayar, çorap, t-shirt dışında pek bir şeyim yok.
Bilgisayar da netbook ha.
Yakında süresiz ve kuralsız bir yolculuğa çıkıyorum. Ne
olacağını bilmiyorum. Fakat bu bir begesel dizi gibi, çekip, montajlayıp,
internette yayınlayacağım. İki arkadaşla beraberim. Birini kameraman yapacağım da
ısındırmaya çalışıyorum. Bu günlerde söylemlerimle bu durumu normalleştiriyorum.
Amacım ilginç olmak ve kaybedecek bir şeyim olmadığı için
maymunluk yapabilirim. Veya fazlaca cesur olabilirim. Ben aykırıyım,
arkadaşlarım da öyle. Kendi gördüklerimi size de göstereceğim. Ve düşündüklerim.
28 Ağustos 2012 Salı
Kabak Koyu
Kabak Koyu’ndan döneli birkaç gün oluyor. Orada 21 gün
gönüllülük yaptım, yani 7 saat çalışır, kamp işleri yapar, tuvalet temizler,
ortamları toplar, akşam olmaya başlayınca mumları yakar, bulaşık yıkar, bira
kasaları taşır, bahçe sular, işini kötü yaparsa azarlanır demek. Her normal
yerdeki gibi. Yeme ve yatmaya para vermez. Ne kadar uzun süre kalırsa o kadar
iyidir, çünkü adapte olmuş ve işini daha iyi yapar demek. İşini iyi yapmak tek
başına yetmez diğer insanlarla uyum içinde olmak da çok önemlidir. Ve aynı
sürede eğlenmeyi ve öğrenmeyi bilmek.
Kabak kamplardan oluşuyor ve kamp sahipleri dışında hemen
kimse insan arası hiyerarşiyi ön görmüyor. Abla, teyzeler, amca, bey, hanım,
müdür, şef, hoca yok. Aslında etiketler de yok. Öğretmen, mühendis, zengin,
fakir, eğitimli eğitimsiz hatta yaşlı genç ayrımları yok.
Ev arkadaşım Leyla oradaydı, gönüllüydü, ben de Ramazan Ayı’nın en büyük terapi ayı olmadığını bilerek İstanbul’daydım. Ayarladık ben de gittim. 3-10 arası çalışdım. Yukarıda yazan işlerin bir kısmını yaptım ve onun dışında yapılacak ne varsa onu yaptım.
Orada birçok harika insanla tanıştım. Herbiri hayatın bir
yerindeydi ve bir takım sorunlar çözmeye çalışıyordu. Her tip insan, karışık.
Elbette yine benzer açıklık, en azından belli bir seviye konuşmayı sürdürebilir
olanlar.
Kamp çöplerini ayırıyor (cam, metal, kağıt), organik çöplerini
doğaya karıştırıyor, çok az damla damla su kullanıyor, akşamları sadece
mutfakta elektrik var. Bu bilinçhali bu
sefer gerçekten aklıma yattı. Beton kullanmamışlar,
çimentosunu çam iğnesi karıştırarak yapmışlar. Bu kampın adı Reflections. Her
yer yeşillik, muz ağaçları. Denize iniş 15dk. En yukarıdaki kamp. Barından
uzaktan harika bir deniz manzarası var. O kadar harika bir tuvaleti var ki bir
yarışmada Avrupa’nın en harika 10 tuvaletinden biri olmuş. Dağ manzaralı ve
içinde sazlar, bitkiler var, geniş. Gece 12’den sonra barın sesi çok açılmıyor
çünkü hemen altı bungalovlar, millet rahatsız olmasın diye.
Patron soğuk, saygılı, iyi niyetli ama duygusal olarak
sertleşmiş biri. Detaycı ama baskıcı değil.
İlk günümün sonunda dönmeye neredeyse karar vermiştim.
Fiziksel olarak fazla yorucuydu, hava ölümüne sıcaktı ve oranın sakinlerini
belkide çok samimi bulamadım. Ama “alışırsın” da diyorlardı. Aynen öyle oldu,
her geçen gün daha iyiydi. Sonra zaten bahçe işlerini iyi yapamadığımı düşünen
patron saatlerimi değiştirdi. Sabah 6.30-11.30, akşam 8.00-10.00 (akşam bulaşığı)
şeklini aldı. Böylelikle insanlar daha günlerine başlamadan ben işlerimi
hallediyordum, ve tüm öğleden sonra benimdi. Sıcak saatte çalışmıyordum ve
yemek yeme zamanları yani kayıp zamanlar benim mesaimdi.
Kabak Koyu şehir özelliklerinden gerçekten uzak. Elektrikler
saatte bir gidebilir, su basınçsızdır, insanlar birbirine baskısızdır. Çok
yaralanma olur, doğa malum. Herkes her şeyi duyar, herkes (nispeten kalıcılar)
birbirini tanır. Dedikodu tabi ki sevilir. Orayı gerçekten sevdim. Hep orada
yaşar mıydım diye düşündüm. Oradayken fiziksel aktivite, besleyici güneş, temiz
hava, etsiz yemekler beni gerçekten besledi. Gelmeden yani son durumda,
işlerimi zevkle ve kolayca hallediyordum, insanlara fiziksel hizmet etmenin
tadını çıkarıyordum, herkesle aram iyiydi. Kampta ilişkiler açısından çok sorun
yaşamadım, benim için iyi bir testti. Tek sorun yaşamaya yaklaştığım anlar,
akşam sohbet ortamlarında benim yaptığım sohbetin fazla derin olması ile ilgili
sorunlardı. Ben aslında sadece karşımdakini tanımaya çalışan birisi oldum,
sınırlarını anlamak içindi herşey, şeklini görebilmek. İnsanlar bıraksanız
aylarca goy goy muhabbet yapar, hiç gocunmazlar. Şunu içtik, bunu yedik, öylemi
yapsak böyle mi? Boş muhabbet. Kendinden bahsetmemek kaydıyla ne anlatırsan
anlat. Genelde bir bilinmek de istememe, bilmek de istememe gibi, sanki sevmek
de istememe, sevilmek de istememe hali gibi bir şey.
Şelaleye tırmandım, tehlikeleri vardı, ben bir de terlikle
gidilmemesi gerektiğine dikkat etmemişim, yolda farkettim, bir ben. Harikaydı. Cennet Koyuna gittim, 6 kişi 4
saatliğine tekne kiralayarak. Bizim iki kişi gelmeyince arkadaşla sahildekilere
sorduk 2 kişi var mı diye. Bulduk ta. Koy harikaydı gerçekten, medeniyet yok,
sırf doğa. Kabak da çok güzel gerçi. Suyun rengi harika ve sıcaklığı küvet suyu
gibi, serinletmiyor fazla ama uzun süre içinde kalmak için harika.
Oradan öğrendiğim şeylerden biri de; herkesin bir noktada
egolarının olması, bunun konu ile ilgili ortamlarda ortaya çıkması vebu sebeple
gerginliklerin olması. Bir çok insan diyaloğu ikna savaşı sanmakta. Bu halbuki
karşımdakini tanıyabilmek için onun özgürce kendini ifade etmesine izin
verdiğim bir tanışma, bilgi alışverişidir. Taraflar kimsenin kimseyi
değiştirmediğini bilmeliler. Yeni bilgi girdisi yaşamış kişi her zaman yaptığı
gibi şimdiye kadar öğrendikleri ve bugün öğrendiklerini kafasında işler ve bu
durum onun daha farklı düşünmesini, kendi kendini sonradan evde değiştirmesini
getirir. Yoksa gelişemezdik, evren ve herşey her an ve genişliyor ve
gelişiyorken benim bilincim de genişlemelidir, bu beni insan yapan şeydir.
Kabak bana doğa içinde bir hayat nasıl olurdu bunu öğretti.
insanlarla ilişkimi test etmiş oldum. Bir çok harika insanla tanıştım, bir
kısmı ile EFT seansı yaptık, harika paylaşımlardı. Yakında yine gitmeyi
planlaıyorum Eylul’de falan olabilir çok tavsiye ederim. Orada herkes sizin
aynanıza dönüşecek ve kendinizi tanıyacaksınız...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)