23 Şubat 2012 Perşembe
Obje
Bana sorarsanız ağaç, dere, hayvanın hissettirdiği şey besleyici ve onarıcıdır.
Bilim buna temiz hava iyi gelir dese de, sadece düşünmek de iyi gelir, bilgisayarda arka fon yapmak da, evde ev hayvanı da.
Denememişler “evde hayvan olmaz” demesin, bugün evine bir yavru kedi alan, bir sene sonunda hayatta “keşke almasaymışım” demez, hatta bakarsınız insanlarla geçirmediği zamanı onunla geçirir olmuş, onunla konuşur olmuş. İnsanoğlu ne ilginç. Şu ön yagılara neler neler feda ediliyor, ihtimaller sonsuz. Neden geri kaldık harika bir belki 15 yıllık hayvanla daha bir tam yaşam deneyiminden?
Hayvan tüyüne karşı uyarıları ciddiye aldık diye. Annemiz ruh hastasıydı, temizlik hastası, hastalık korkağı diye. Program da öyle kendi kendine pek kolay bozulmaz ne yazık ki.
Sadece ondan mı geri kaldık? Yan mahallede ki tanışmadığımız çocuk? Üniversite kantininde ki tanışmadığımız insan. Korktuk diye. Gitmediğimiz ülke, yemediğimiz yemek, tanışmadığımız diğer insanlar, farketmediğimiz diğer hayatlar, kültürler, müzikler, yapmadığımız hatalar, macera. Olsa olurdu. Zaman hepsine yeterdi. Sorduklarında “hayır” dedik “istemiyorum”, aslında biz de bilmiyorduk ki istemiyor değildik korkuyorduk, hem yeni olandan korkmaya alıştığımız için hem de onaylanmama maliyetlidir şimdi ülkemizde. Gez kırmızı pank saçla, iş mi kalıyor, koca mı kalıyor, anne mi kalıyor, baba mı kalıyor, devlet dairesi mi, polis mi, sokaktaki adam mı?
Her deneyim bir duygu demek ve aslında hiç bir zaman kelimelere tam dökülemeyecek, anlatmak mümkün değil, en iyi ihtimalle ona olabildiğince yakın bir durumu veya kişiyi tasvir ederim, ama parfümünün hissettirdiğinden veya sokak çalgıcısının hissettirdiğinden bahsedemem, aslında aklımda kalan tüm o küçük duygularının baskın olanlarının hatırlanması. Öğrenirim. Çanta çalınırsa yer lanet olur. Sana kilolu olduğunu söylerse artık baskın duygu öfkedir. Ve yine tarif edilemez. Yaşayan bilir. Ve yaşanmalıdır, kütüphanedir, vizyondur, devlet başkanı kapasitesidir, bilmektir, sevmektir, yarın daha iyi hissettirecek kararlar alabilmektir. Ve hatalar en öğreticiler olacak.(bknz MS 2150 kitabı).
İşte ne sebepten olursa olsun birisine bir şeyi yasaklamak veya yaşamasını kendi ön yargı ve korkuları sebebiyle engellemek, o insanı obje yapmaktır.
Objenin özellikleri ; bana ait, hiçbir yere gidemez, başkası “benim” diyemez “ağzını kırarım”,onu ne istiyorsam öyle kullanırım, karar falan veremez ve en bombası; obje bana borçludur, tabi ki hiç bir yere gidemez, ben onun parasını vermişimdir.
Neleri mi objeleştiriyoruz?Çocukları, kandınları, hayvanlarımızı, çalışanlarımızı. Adam kadını obje yapıyor, kadın da çocuğu.
“Ben daha iyi bilirim” çünkü “yaşlıyım, babayım, hocayım, para bende, ben master yaptım, albümüm 10.000 sattı, hiçbirşey olmama gerek yok erkeğim, sen de kadın”.
Kendini yoketmek basitçe. Yaşamamış bir toplumuz biz. Pek bir şey bildiğimiz yok, hava civa. Ne dese kaale alınamaz. Ondandır asıl cehalet (sonuçta kimse hayatın içinden bir matematik sorusunu çözemediği için cahil olmuyor, oturup kalkmasını, saygıyla sonuna kadar dinlemesini bilmediği için), geri kalmışlık, gizlenmeye calışılan gitgide artan hastalıklar, derin mutsuzluk, tatminsizlik, öfke, diğer aklı evvel ülkelerin oyuncağı olmak.
Kimsenin verdiği kararın çok bir referansı yok, hayatla ilgili asıl kimse pek bir şey bilmiyor çünkü. Fizik ötesi yani duygusal farkındalık eksik, maliyet, acı ve saydıklarım, boş geçen hayatlar. E sıkıntı yapar tabi.
9 Ocak 2012 Pazartesi
KORKU

Korku öncelikle bir inançtır. “Korkulması gerektiğine dair bir inanç”. Ya birileri korkutur (anneniz, toplum,anane vs.), ya siz kendiniz yaşarsınız güvensizlikten korkarsınız, ve sonra hep korkarsınız.
Bir farkı bilelim, “hayvan karşıma çıktı ve bana doğru koşmaya başlayınca korktum” ile “kedi” dendiğinde zıplama şeklindeki korku aynı şey değil. Biri hayatta kalmayı sağlar, benim hayatımı kurtarır, adrenalinimi arttırır, diğeri beni paranoyak yapar, mutluluğumu çalar,direncimi düşürür,çok maliyetlidir (tüm sigortalar, ekstra güvelikli araba, çanta, alarm sistemi vs. ne varsa), özgürlüğümü kaybederim (gece çıkamam, yalnız kalamam, onu yapamam, bunu içemem, güvenemem) diğer insanlara yük olurum, can sıkarım.
Öğenin kendi yokken korkusu vardır, varmış gibi veya olacakmış gibi hissedilir. Zarar göreceğine dair ön yargı.
Sebebi geçmiş hayali veya gerçek deneyiminde çaresizlik hissedilmiş olması. Bu çaresizlik hali, hali hazırdaki zayıflık, beceremezlik inancıyla “yapadım yapamam” a dönüşmüş olması. Buyrun yeni bir korku kazamış oldunuz. Hayırlı uğurlu olsun 83. gerçek korkunuz ve 2534. korkuya dönüşmemiş endişe haliniz.
Temel sebep zayıflık inancı. Durmadan “ay dokunma, ay bak beceremedin, sen nerden bilicen” denmedi mi sana? “Ayıp, günah, yasak, iğrenç, ahlaksız” öğretmediler mi sana?
Buraya kadar yakından bakıncaydı. Şimdi uzaktan bakınca.
Korku insanın insanı yönetme biçimi. Baba çocuğu korkutur, uslu olsun, başarılı (sınıfta, hayatta) olsun, şablona girsin diye, devlet vatandaşı korkutur uslu olsun, köle (başarılı) olsun, şablona girsin diye amerika türkiyeyi korkutur uslu olsun, köle (başarılı) olsun, şablona girsin diye, öğretmen öğrenciyi korkutur uslu olsun, başarılı (sınıfta, hayatta) olsun, şablona girsin diye, komşu annemi korkutur kendi de korktuğu için, ben korkarım herkes korktuğu için. Uslu, başarılı, uçar, kaçar ne haltsa.
Doğuştan 2 korku ile start alınır.Öğretilir.
Korku gerçek değildir, bir sanrıdır.
Hakkaten “korkmuyorum” denebilse kabustan uyanmaya eş değerdir. Ortada bir şey olmadığı gözükür.
Nerden mi biliyorum? Çünkü korkmayanlar var, bir şekilde yapanlar. Korkuya değilde eğlence, coşku, sevgiye odaklanabilenler.
Herhangi alandaki başarı (piyano, ders, parasal, aşksal, iyi insan vs.) sadece akış halinde olma ile gelir. Fazıl Say’ın çalarken artık tuşlara bakmaması da, ağzını yarım açıp tavana bakarak çalması. Alıgısının tam açık şekilde olması, tam kosantrasyon hali. Artık kimsenin “hadi yavrum şu lokmayı da ye, şu soruyu da çöz gibi sizi dürtükleme durumu kalmamış. Sırf sevgiden yapılır, sonunda başarı olup olmadığı umursanmaz, ölünse gam yenmez. Endişe ve korku halinin tam tersi yani, iki uç, yin ve yang, varlık ve yokluk, anda olmak yerine sanal korku cumhuriyetinde kabusu yaşamak, neo’nun kırmızı ve mavi hapıdır.
Bu sebeple çevrenizdekilere korkmaya gerek olmadığını ve özgürlük için feda edilmeyecek hiçbir şey olmadığını gösterin. Çünkü insan önce birinde görür, garipser, reddeder, zaman geçer, düşünür, saçma inançlar ilk kez sorgulanıyordur onun için. En son yapabileceğine karar da verebilir, toplum vs. baskısını göze alamayabilir de. Eksik deneyimler bir dahaki hayata.
Korku ile programlı bilinçaltı değişmedikçe durum biraz umutsuzdur. Çevrenizdeki şikayetçi insan sayısına bakın. Hayatlarındaki bazı şeyleri zamanı geldi de geçiyor olmasına rağmen değiştiremeyenler.
Korkuyu kafada yenmek tek çözüm, bu da duygusal özgürleşme teknikleri ile yapılabilir.
Korku, endişe, keşke varken anın tadına odaklanılamıyor, boşverin başarıyı. Hayat “zaten bu” değil, tabi ki değil, hiç olmadı, siz sadece kafasını kaldırmasına izin verilmediniz, semtinizden çıkmadınız, ötekini denemeye fırsat bırakılmadınız, aslına bakarsanız kullanıldınız, millete inandınız, sömürüldünüz dolaylı dolaylı yollardan. Bir yapanı görmediniz, “ne bileyim ki” oldunuz.
İnandığın korkuyu başkasına aktarmak, tüm inanç sistemlerinin devamlılığının ortak noktasıdır. Siyaset, toplumsal ahlak, din, bilim.
Korkacak bir şey yoktu. Herhangi bilimsel, akademik, uzman tarafından, geleneksel, tanrısal (yoksa tanrı...)gerekçe gibi gösterilmiş, aslında senin deneyimlememiş olduğun şeylerdi sadece. “Yapamazdın” sadece.
Gördüğüm kadarıyla pek kimsenin kaybedecek bir şeyi kalmamış. İlk adım karar vermek, gerekliliğini farketmektir, gerisi gelir.
23 Aralık 2011 Cuma
DUYGUSAL yALAncılıK

Duygusal yalancilik,
hissetmediğin gibi hissettiğini düşündürmektir.
Yalanciliktir.
Ayni sekilde bir ileriki safhada ayni sorun daha da buyumus olarak geri gelecektir.
Yalan soyler durumun sebebi, kızmadan korkma, uzmekten korkma gibi sebeplerle anneye, babaya ve topluma tam dusunduklerini soylememeye alistirilmis olmaktir. Kisinin farketmedigi, oldugu durumu ve dusunduklerini soylememe, hissetmedigin gibi hissediyormus gorunmenin bir sebebi olamaz.
Anne ve babalar duymak ve gormemek için, cocugun bu şanlı ailelerine yakismayan hareketlerini yoksaymak icin kucucuk cocugu "bak uzulurum, bak kizarim" tarzi tehdit etme durumunda kalmislardir.
Ozgurluk ve esitlik ortamindan çok baski ortami hakimdir, herkese kotu gelir.
1 Aralık 2011 Perşembe
Hata

26 Kasım 2011 Cumartesi
O adam

Düşündüğün şeye güç veriyorsun. Ne düşündüğüne dikkat et, neye güç verdiğine.
Bazen sen “ne var ki bu düşündüğümde” derken, “resmi unut sadece duygusuna odaklan ve bana tipini ve şiddetini söyle” desem, neye güç verdiğini anlardın.
10 üzerinden değerlendirsek, ne kadar da hızlı 9-10 seviyelerini görüyorsun. Peki bu neden?
Ben bugün bana hafifçe dokunan adama neden sert girerim? Neden biliyor musunuz? Çünkü dünden bir hareketine gıcık olmuşumdur, kıskanmışımdır, o beni küçük düşürmüş, varlığımı hiçe saymıştır fakat susmuşumdur. Ve bugün bu sebeple, dünden bugüne bunu taşımış olduğum için sert kızarım, sert üzülürüm, sert endişelenirim. Ve dışarıdan bakıldığında aşırı tepki vermiş gibi görünürüm ve haksız duruma düşerim, kendime yediremem (ego) kimseye bahsetmem dünden, o günü bilinçaltına bastırırım, yokmuş gibi davranırım, halbuki kendine yalan söylemek kimseye iyi gelmemiştir.
Karşımdakine sert kızıp, sert üzülüp, sert korkarken varlığım ve değerimle ilgili pek az şey bilirim. Bunlar insan olduğum, hatalar yaparsam (kurallar listesi 2 klasör tutar) sevilmeyeceğim yani değersizleşeceğim ve bana kızılacağı ve benim de tabi ki kendime kızacağım. Değersizlik, olduğu durumdaki değersizlik, yeterince iyi kazanmamak, yeterince uzun olmamak, yeterince güzel olmamak, yeterince zeki, yetenekli, iyi huylu, eğitimli, kültürlü, dinine bağlı, ülkesine bağlı, annesine bağlı, sadık, düzenli uyku uyuyan, iyi beslenen, yardımsever, küçüklerini seven büyüklerini sayan (hiyerarşik)ki burada “seven”den kasıt “severim de döverim de, üstünüm ben ve sevmeyi seçiyorum”dur, erkekler için çapkın, kadınlar için evine bağlı ki bunlar kadın kimliğini erkeğin aşağısına yerleştirir, ki tüm bu saçmalıklar toplumsal bilinçaltıdır, güçlü olamamak yüzünden.
İşte seni başta o yüksek hissedilmiş düşünce dolayısıyla duygulara sevkeden ikinci ve temel etken bu yukarıdaki zırvalıklara çok tutulmuş olmandı. Ama kim seni suçlayabilir? Sevilmeyecektin. Hala da sevilmezsin. Ve ne durumda sevip, sevilebileceğini ve kendini sevebileceğini öğrendin, bomboş tazecik zihnine ilk bunlar girdi.
İyi ya da kötü. Geldin gittin, seçtin.Aslında onay verdin ya da vermedin. Hep de tam emin değilken zorladılar seni seçmeye. Evet mi hayır mı? Evet dediğinde sıkıntı olacaktı, hayır dediğinde de. Al sana sır: evet ya da hayır kadar geçerli, anlamlı, 100% hakkın olan bir üçüncü ihtimalin vardı; hiç birşey dememek, “bilmiyorum” demek, “karar vermek için deneyip görmem gerek” demek, “aynı gömlek herkese olmayabilir” demek. Her yargıladığımızda, yani evet ya da hayır dediğimizde cevabını bilmediğimiz sorulara cevaplar dağıtıyoruz. Tabi ki hata yapıyoruz. Suçlanıyoruz ve kendimizi suçluyoruz. O bir şey olamadığımız için herşey bitti sanıyoruz, bir hiç olduğumuzu düşünüyoruz. Bu da diğer tüm inançlar (o 2 klasörlük liste) gibi bizi kölesi yapıyor.
Tüm bunlar herşey mükemmel olsun diyeydi, tam tersi oldu...
Kimse üzülmesin diyeydi, herkes üzüldü.
Hepsi O’nun içindi, en son onu kaybettim.
Halbuki korkuları, üzüntüleri, kızgınlıkları, sevinçleri, çoşkuları, sevgiyi, sevgisizliği mükemmelen bilinaçltıma yazabiliyorsam, bilinçaltım vücuttaki tüm sistemler gibi benim hayrıma çalışması gereken bir sistem olarak iyi-kötü ayrımı yapmıyor. O sadece kaydediyor, bir gözlemci gibi. Efendisinin emrinden çıkmayan uşak. Efendisinin bir gün kendi değerini keşfedeceği günü bekleyen bir bilge. Görevini mükemmelen yerine getiriyor, korku ise hemen bulup getiriyor nereden çıkardıysa.Fobisi olanın kediden korkma hızım saniyenin çok altındadır. Kediyi görüp tehlike hissedip korkmak ise gözlem ister, zaman ister. Bilinçaltı size der ki “siz kaydetmiştiniz efendim”. Haklı. O sevmediğimiz grup insanı gördüğümüzde yükselen nefret... O elde edemediğimiz karşı cinse benzeyen herkese tutulmak, kedi olan ev temiz olmaz kaydımız yüzünden hissettiğimiz iğrenme. Sadece seçtirildiğimiz liderin söylemlerine sahip diye hırsıza verdiğimiz onay.
Bilinaçltı tüm gerçekliği yönetir.
Korktuğumuzu çekmenin örneklerini yazmaya gerek duymuyorum. Korkuların tamamı öğretildi, gerçek değiller, sadece birer inançlar. Yaşamaktan korkmak ve yaşadığında kızacağını bilmek, bildiğin şeyin gerçek olması , korktuğunu yaşaman ama sadece senin gerçekliğin olması. Yere tüküren adamdan iğrenip “ kardeşim hepsi beni mi buluyor?” diye naif naif düşünmen.
İnandıklarımızı bildiklerimiz sandığımız sürece, tanrısal değere en gerizekalımızın da tabi ki sahip olduğunu bilmediğimiz sürece, böyle yargıladığımız sürece, kendimizi yargıladığımız zaman tanrısal güç ile kendimize cezayı kesip, hasta olduğumuz sürece, pek bir şey değişmez. Değişim için efor gösterenleri çok takdir ediyorum, tek dikkat etmeleri gereken şey, içsel yüzleşme ve barış yapmadan, aslında iyi veya kötünün varlığını tamamen hayatından çıkarmadan yüzeysel yüzeysel takılarak kendini kandırmamaya dikkat. Yine iyi gelir de. Pek bir şey değişmez. Büyük ve köklü değişimler mümkündür, buna özgürlük denir.
Unutmayın
Tanrısal olmayan hiçbir şey yoktur. Tanrı bulut ya da bulutun arasından hayal meyal gözüken sakkallı yaşlı, elinde bir çek list ile (yaptı yapmadı onay listesi) gezen asık suratlı, beyaz tercih eden bir adam değildir. Bu adam sizin içinizde olamaz. Bu adam siz değilsiniz. Böyle bir adam yok. Elinde çek list yok, dönem sonunda hesap sorup, sizi cezalandıracak değil. O adamın sizi cezalandırdığı ve ya mükafatlandırdığı ve içinizde olduğu şu bakımdan gerçektir o adam sizsiniz sadece, o adam değil, siz. Sadece siz. Yargılamak tüm bunlardan bihaberlik yüzünden. Tanrı, evrendi, var olanın bütünü idi. O her yer idi. Kendini keşfediyordu.
Tanrı üzülemez, kızamaz, suçlu olamaz, hata yapamaz. Deneyimler ile kızgınlığı, üzüntüyü, nefreti, sevgiyi, detayı, makro evreni ve mikro evreni, sonsuzluğu öğreniyoruz. Sadece çok yaygaracıyız, hepsi de sadece teker teker öğrenilmesi gerekenler, yaygara bitse durum değişecek, buraya dikkat durum değişince yaygara bitecek değil, yaygara bitince durum değişecek.
Hata yaptığımız için suçlu hissetmiyoruz, suçlu hissettiğimiz için hata yapıyoruz. Yoksa nasıl denk gelecek de hepiniz pek bahsetmeseniz de aynı hataları üst üste yapacaksınız. Hayat tesadüfmüş gibi ondan bundan korkmayı biliyordunuz, bu da mı tesadüf?
Saf olmayın hayatın anlamını bilmiyor olabilirsiniz. Buna hakkınız vardır. Sadece biliyor gibi davranmak sakıncalı. Bir şeyi bilmemekten daha kötüsü bildiğini sanmaktır.
Babam haklıymış, hoca çok biliyormuş, lider öldürmemiş gibi davranmaya devam etmek iki taraftan birini tercih etmeye zorunda bırakılmak yüzündendir.Halbu ki değişim devam ediyor, en sonunu bilmiyoruz ki şu ana kadar olan bitene “aman da ne kötü oldu” diyelim.
Değişimin ilk ve en önemli adımı, bu yazıdan hiçbir şey anlamadıysan bile kendini suçlamayı bırakmaktır. Ardından ve beraberinde tüm özgürlüklere sahip olduğunu farketmek.
Suçluluk duyguları, “aman boşver, niye kendini suçluyorsun, unut gitsin” dendiği zaman yok olmaz, hiç kıpramaz. EFT yapmak. Anında istesen de , zorlasan da kendini suçlu hissedememektir. Gerçek affı sağlar, gerçek af efektiftir ve değişim başlar. Olacaklar şu an hala birazdan sokağın keşmekeşine girip bunu yargılayacaklar için önceden tahmin edilemez. Yavaş olmasında sakınca yoktur, onun bir süreci ve zamanı var.
Oytun Okkır
17 Ağustos 2011 Çarşamba
Özgürlük
Bir insan özgürdür arkadaş.
Kendini öldürmekte, başkasını öldürmekte, hata yapmakta, nefret etmekte, haksızlık yapmakta, yanlış yola sapmakta...
O çok korktuğumuz başarısızlık. Bilmeden. Halbuki sadece başarısızlıklar bir şey öğretir, ve tek amaç gelişmek ve öğrenmekti. Tabi ki deneye yanıla.
Peki ya başarı, o hep istediğimiz, hayatımızı adadığımız, çok feragatlarda bulunduğumuz. Başarı nedir biliyor musunuz? Başarı bir hiçtir ve sadece egonuzu tatmin eder, “ben yaptım ve ya benim” demenin o eşsiz duygusu yok mu? Annenin babanın seni motive ettiği. Sen başarılı olacaksın ki o da egosunu tatmin edecek. Bahsedecek insanlara benim çocuğum şöyle böyle, şunu kazandı, şunda birinci oldu, maaaşı şu, altında bu kadar adam çalışıyor. Umursamadığı ve ya göremediği şeyi söyleyeyim, çocuğunun mutsuzluğu pahasına. Halbuki ne çok dinlediniz sözünü neleri feda ettiniz, ne çok suçlu hissettiniz, hissettikçe suçlu kalındı.
Evrensel yasa 1; bir insan tamamen özgürdür.
Evrensel yasa 2; şimdi ne yapacağız? Hep verdiğim örnek : çok dertlisin, mutsuzsun ve hastasın ya, eğer yan mahalleye meteor düşerse tüm dertler unutulur ve “şimdi ne yapacağız?” olur. Değil mi?
Kanser hastası olduğunu öğrendiğinin bir gün öncesi ve bir gün sonrası mesela. Konu her zaman “keşkelerin bir şey getirdiği yok ne şimdi ne yapacağız?”.
Şu an elektrik kesilse ve gelmeyecek olsa... İşte o zaman gerçek hayat başlar.
Evrensel yasa 3; her neye direnç gösterirsen sana yapışır ve seni bir daha da bırakmaz. Direnç göstermek hayır demektir, olamaz demektir, kızmaktır, üzülmektir, olmamalı demektir, bunu söylerken titremektir. Hata mı yapmıştın, “hiç durmadan hata yap o zaman”.
Sokakta tüküren adamdan mı nefretin? Her gün karşılaş.
Seni terkettiği zaman çok “olamaz” dedin ama farkında mısın o zamandan sonra hep terkedildin. Onlara şöyle davranmaktı hatan, hep aynı hatayı yaptın, hiç ders çıkarmadın sanki programlı gibi, kızgınlığın da hep arttı. Sanki şu lanet olasıca dünyada ilk ve tek kez sen terkediliyor muşsun gibi. O kadar abarttın ki bunu kendini o zamandan bu zamana hasta ettin. Tebrikler.
Tamam hadi hata yapmış ol. Şu yukarıdaki evrensel yasa uydurmalarına da aldırmamış ol.
Sana söyleyeyim, şu zamana kadar bu durumda kalmış olma özgürlüğün kadar şu an artık bunu bitime özgürlüğün de var. Hata yapma özgürlüğün de var. Vardı.
Hata yaptığımızda 2 seçeneğimiz olur, başaracak kadar yeterli değildin ve eksiklerini gider, ve iyi ki bununla yüzleşme fırsatı buldum, yüzleşmemek eksik olduğun gerçeğini değiştiremez, senin şu an zorlanarak yaptığın sadece yüzleşmek. Diğer seçenek ise isyan etmek. Nefret kusmak, olanı değiştiremeyecekken kendine karşı sistematik bir savaşa girişmek, hiç te mükemmel olmadığın için kendine kızmaya başlamak. Suçluluk duygusuyla, kendini cezalandırmak, ve kendine şöyle oturaklı bir boyun fıtığı hak görmek. Hayırlı olsun.
Evrensel yasa 4; korktuğun başına gelir. Kesin gelir.
Bu arada burada yazılanlar senin bilinçaltında olup bitiyor ve sen bunlardan yüzde onunun farkında olarak bu deneyimi yaşıyorsan şanslısın. İyisin yani.
Farkındalıklar artık yokmuş gibi davranılamayan şeylerdir. 30 yaşınızdaki haliniz ve 20 yaşındaki haliniz gibi.
Hata yapmaktan korkarsan hata yaparsın. En mükemmeliyetçi insanların en istikrarlı şekilde vasatın altında seyretmesi gibi. Nasıl hayatlara sahipken nasıl da “ aslında ben çok mükemmeliyeteçiyimdir” demelerinin fotoğraflarını çekmek sergilemek isterdim. Ne yalan söyleyeyim.
Evrensel yasa 5; neye dikkat edersen onun farkında olursun. Bir çocuk oyun ve oyuncak farkındalığında olacağı gibi, iş adamı şirket, çek, ev kadını çocuk ve dizi. Öteki siyaset, öteki acı hüzün, öteki kıskançlık, öteki hırs hormonları, kimisi şifa, kimisi depo, kimisi dini ritüelleri, kimisi borç kiminin harç. Önemli olan dikkat ettiğin şeyi ne oranda kendin belirlediğin. Yoksa güruhla mı gerçekleşti, yoksa hepsi yalan mıydı? Yoksa çok mu tutulduk.
Tanıştırayım, daha bebeklik kayıtlarınızın size armağanı, “başka türlü düşünememe”, koskoca bir kırmızı kurdelalı.
Maliyeti ne bilir musunuz, daimi mutsuzluk. Aman ne güzel. Suyundan koyma, çünkü bu kuru ve leş gibi yenen bir yemek.
Yoksa insanlar özgürdür, yaşanması gereken şeyleri hangi hiç bir değişmeyeni olmayan dünyada değişmeyen kural olarak adama dayadın. SIÇTIN BIRAKTIN.
Değişirdi arkadaş, sen görmesen de değişmeyen bir şey yok. Ve sen görmüyorsan o şey yoktur kafası bir ölüm fermanı.
İzin verdiğin oranda evrenle uyum içine gireceksin. Tüm başına gelenler. Kendine yasaklarsan direnç gösterdiğin şey seni bulacak bir bakacaksın “ulan olmasın dediği şeyi yaratmışız”.
Çocuğa dokunma dersen dokunacak işte.
Kimseyi olduğu durum ve davranıştan dolayı suçlayamazsın çünkü bilmezsin ki o adamın tam o anda o durumda olmak ve öyle davranmak için öyle gerekçeleri vardı ki, sana anlatamazdı ve sen de anlayamazdın. Ve sırf sen bilmiyorsun diye onu yargıladın, suçladın, hor gördün.
Yaptığın neyse de asıl sorun aynısını kendine yaptığın. Ve çok acımasızsın.
Oytun Okkır
5 Ağustos 2011 Cuma
Canlılık

Bir insanda canlılık belirtileri olmalı. Muzurluğu kovalayan bir surat. Ciddiyken ciddi ama gayri ciddi olma firsatlarını kovalayan. Recep İvedik’in dediği gibi “içindeki çocuğu öldürmemiş muhafazasındayım”.
Çocuk yönünüzün bilgelik, öte tarafla bağlantı, yaratıcılık gibi yönlerinizi kontrol ettiğini nereden bilecektiniz.
Bir düşünün çevrenizdeki insanları, buna göre bir değerlendirin. Ben diyorum ki o salak dediğiniz insanlar çok daha mutlu, ve daha yaratıcı.
Özgünlük? Kafasına göre takılma, kimseye benzememe? Özgünken, kafana göre takılıyorken, iddiasına girerim hiç bir hinlik düşünmüyor, hiç bir üzüntünü hatırlamiyor, hiç bir olumsuz duygu hissetmiyorsun. Çünkü neye dikkat ediyorsan onun farkındasın, o an sezgisel bir şekilde içinden geldiği gibi davranırken içindeki öz ile birleşiyorsun, bu seni mutlu ediyor. Aslında tek yaptığın o an kolaylıkla endişelere dikkat edebilecekken kolaylıkla içinden geleni de engellemeyebiliceğin. Engel korku, kabul vs. türlü isimler alabilir. Sadece ötekine değil de buna dikkat etmeyi seçmek, bu aynı zamanda dramatik bir olay içerisindeki komik durumları farketmektir. Cem Yılmaz bunu yapıyor, aklında kalıyor ve sonra kendine has bir şekilde hepimizin bildiği o anı bize geri anlatıyor ve bu onu en çok aranılan, görmek istenen ve dolayısıyla çok zengin yapıyor. Bana sorarsanız onun asıl zenginliği o anlarda kendi eğlenmiş olması, çocuk gibi olması, parasızken de muhtemelen aşağı yukarı aynı oranda mutlu olması ve istediği şekilde davranıp istediği şeyi yapmaktan korkmuyor olması. Hepimizin hayali... Bizi kendine çekiyor. Özü bizi çekiyor.
Onun farkı ne? Muhtemelen annesi ve ya babasından öğrendi hayatı böyle görmeyi, kimsenin çok istediği ve göremediği şekilde.
Ramtha’nın söylediği gibi bir el, bir kova ve kovanın içinde su var. El yukarısı, kova ebeveyn, sorumluluk sahibi, koruyucu yön ve işi suyu bir yerden bir yere güvenlice dökmeden götürmek. Su ise, asıl iş, taşınması gereken, çocuk yönümüz, tanrısal kısmımız. Bazen taşan.. Ve illaki bir kovaya ihtiyaç duyan. Fakat asıl işe dikkat.
Canlı olmak Osho’nun da dediği gibi başlı başına risklidir, hep ölme riskin var, son ana kadar. Ve öldüğünde artık hiç bir risk yok. Özgürlük. Her ne kadar çok korkulsa da. Risk almaktır bu sebeple hayat, canlılık burada.
Dolayısıyla yukarıda bahsettiğim iki yarı canlılık ve ölülüğü temsil ediyor, çevrenizde yok mu çoktan ölmüş insanlar.