23 Aralık 2011 Cuma

DUYGUSAL yALAncılıK


Duygusal yalancilik,
hissetmediğin gibi hissettiğini düşündürmektir.
Yalanciliktir.
Ayni sekilde bir ileriki safhada ayni sorun daha da buyumus olarak geri gelecektir.
Yalan soyler durumun sebebi, kızmadan korkma, uzmekten korkma gibi sebeplerle anneye, babaya ve topluma tam dusunduklerini soylememeye alistirilmis olmaktir. Kisinin farketmedigi, oldugu durumu ve dusunduklerini soylememe, hissetmedigin gibi hissediyormus gorunmenin bir sebebi olamaz.
Anne ve babalar duymak ve gormemek için, cocugun bu şanlı ailelerine yakismayan hareketlerini yoksaymak icin kucucuk cocugu "bak uzulurum, bak kizarim" tarzi tehdit etme durumunda kalmislardir.
Ozgurluk ve esitlik ortamindan çok baski ortami hakimdir, herkese kotu gelir.

1 Aralık 2011 Perşembe

Hata


Hata yapan insanlara özel bir saygı duyuyorum, o aşamaya kadar gelebilmişler, hiç denememişler ise başarmadan önce oyunun kurallarını öğrenecek daha, o hata durağından geçmeden usta durağı yok.

Bazısı kendi yapamayacaksa senin de yapmamanı ister. Haklılığını o kabul, bu kabul bir inanca oturtacak ve merkezi kontrolden biraz olsun uzaklaşmış zihnini kuvvetle geri çağırmaya çalışır. Sen hata yapınca ise "bak gördün mü? ben haklıydım (ego tamini) " der. Halbuki bir durumun daha farkına varan kişi artık kalan hayatında daha deneyimli olacak, ve daha sağlıklı kararlar verecek.

Karşınızdaki kişinin kaç farklı ortama uyum sağlamaya yetecek becerisi gelişmiş olduğuna bir bakın. Fakat rol yapmıyor olduğundan emin olun. İşte o kadar haklı olabilir.

Her bir bakış açısı hayati önemde, varlıkla yokluk kadar keskin olabilir.

Size temel değerlerinizi verenler kaç farklı bakış açısına sahiplerdi?

Cesaret hata yapanlarda olan şey.

Hatasız ve sorunsuz olunsaydı dünyada işimiz olmazdı. Burası bir okul.

Oytun Okkır

26 Kasım 2011 Cumartesi

O adam


Düşündüğün şeye güç veriyorsun. Ne düşündüğüne dikkat et, neye güç verdiğine.

Bazen sen “ne var ki bu düşündüğümde” derken, “resmi unut sadece duygusuna odaklan ve bana tipini ve şiddetini söyle” desem, neye güç verdiğini anlardın.

10 üzerinden değerlendirsek, ne kadar da hızlı 9-10 seviyelerini görüyorsun. Peki bu neden?

Ben bugün bana hafifçe dokunan adama neden sert girerim? Neden biliyor musunuz? Çünkü dünden bir hareketine gıcık olmuşumdur, kıskanmışımdır, o beni küçük düşürmüş, varlığımı hiçe saymıştır fakat susmuşumdur. Ve bugün bu sebeple, dünden bugüne bunu taşımış olduğum için sert kızarım, sert üzülürüm, sert endişelenirim. Ve dışarıdan bakıldığında aşırı tepki vermiş gibi görünürüm ve haksız duruma düşerim, kendime yediremem (ego) kimseye bahsetmem dünden, o günü bilinçaltına bastırırım, yokmuş gibi davranırım, halbuki kendine yalan söylemek kimseye iyi gelmemiştir.

Karşımdakine sert kızıp, sert üzülüp, sert korkarken varlığım ve değerimle ilgili pek az şey bilirim. Bunlar insan olduğum, hatalar yaparsam (kurallar listesi 2 klasör tutar) sevilmeyeceğim yani değersizleşeceğim ve bana kızılacağı ve benim de tabi ki kendime kızacağım. Değersizlik, olduğu durumdaki değersizlik, yeterince iyi kazanmamak, yeterince uzun olmamak, yeterince güzel olmamak, yeterince zeki, yetenekli, iyi huylu, eğitimli, kültürlü, dinine bağlı, ülkesine bağlı, annesine bağlı, sadık, düzenli uyku uyuyan, iyi beslenen, yardımsever, küçüklerini seven büyüklerini sayan (hiyerarşik)ki burada “seven”den kasıt “severim de döverim de, üstünüm ben ve sevmeyi seçiyorum”dur, erkekler için çapkın, kadınlar için evine bağlı ki bunlar kadın kimliğini erkeğin aşağısına yerleştirir, ki tüm bu saçmalıklar toplumsal bilinçaltıdır, güçlü olamamak yüzünden.

İşte seni başta o yüksek hissedilmiş düşünce dolayısıyla duygulara sevkeden ikinci ve temel etken bu yukarıdaki zırvalıklara çok tutulmuş olmandı. Ama kim seni suçlayabilir? Sevilmeyecektin. Hala da sevilmezsin. Ve ne durumda sevip, sevilebileceğini ve kendini sevebileceğini öğrendin, bomboş tazecik zihnine ilk bunlar girdi.

İyi ya da kötü. Geldin gittin, seçtin.Aslında onay verdin ya da vermedin. Hep de tam emin değilken zorladılar seni seçmeye. Evet mi hayır mı? Evet dediğinde sıkıntı olacaktı, hayır dediğinde de. Al sana sır: evet ya da hayır kadar geçerli, anlamlı, 100% hakkın olan bir üçüncü ihtimalin vardı; hiç birşey dememek, “bilmiyorum” demek, “karar vermek için deneyip görmem gerek” demek, “aynı gömlek herkese olmayabilir” demek. Her yargıladığımızda, yani evet ya da hayır dediğimizde cevabını bilmediğimiz sorulara cevaplar dağıtıyoruz. Tabi ki hata yapıyoruz. Suçlanıyoruz ve kendimizi suçluyoruz. O bir şey olamadığımız için herşey bitti sanıyoruz, bir hiç olduğumuzu düşünüyoruz. Bu da diğer tüm inançlar (o 2 klasörlük liste) gibi bizi kölesi yapıyor.

Tüm bunlar herşey mükemmel olsun diyeydi, tam tersi oldu...

Kimse üzülmesin diyeydi, herkes üzüldü.

Hepsi O’nun içindi, en son onu kaybettim.

Halbuki korkuları, üzüntüleri, kızgınlıkları, sevinçleri, çoşkuları, sevgiyi, sevgisizliği mükemmelen bilinaçltıma yazabiliyorsam, bilinçaltım vücuttaki tüm sistemler gibi benim hayrıma çalışması gereken bir sistem olarak iyi-kötü ayrımı yapmıyor. O sadece kaydediyor, bir gözlemci gibi. Efendisinin emrinden çıkmayan uşak. Efendisinin bir gün kendi değerini keşfedeceği günü bekleyen bir bilge. Görevini mükemmelen yerine getiriyor, korku ise hemen bulup getiriyor nereden çıkardıysa.Fobisi olanın kediden korkma hızım saniyenin çok altındadır. Kediyi görüp tehlike hissedip korkmak ise gözlem ister, zaman ister. Bilinçaltı size der ki “siz kaydetmiştiniz efendim”. Haklı. O sevmediğimiz grup insanı gördüğümüzde yükselen nefret... O elde edemediğimiz karşı cinse benzeyen herkese tutulmak, kedi olan ev temiz olmaz kaydımız yüzünden hissettiğimiz iğrenme. Sadece seçtirildiğimiz liderin söylemlerine sahip diye hırsıza verdiğimiz onay.

Bilinaçltı tüm gerçekliği yönetir.

Korktuğumuzu çekmenin örneklerini yazmaya gerek duymuyorum. Korkuların tamamı öğretildi, gerçek değiller, sadece birer inançlar. Yaşamaktan korkmak ve yaşadığında kızacağını bilmek, bildiğin şeyin gerçek olması , korktuğunu yaşaman ama sadece senin gerçekliğin olması. Yere tüküren adamdan iğrenip “ kardeşim hepsi beni mi buluyor?” diye naif naif düşünmen.

İnandıklarımızı bildiklerimiz sandığımız sürece, tanrısal değere en gerizekalımızın da tabi ki sahip olduğunu bilmediğimiz sürece, böyle yargıladığımız sürece, kendimizi yargıladığımız zaman tanrısal güç ile kendimize cezayı kesip, hasta olduğumuz sürece, pek bir şey değişmez. Değişim için efor gösterenleri çok takdir ediyorum, tek dikkat etmeleri gereken şey, içsel yüzleşme ve barış yapmadan, aslında iyi veya kötünün varlığını tamamen hayatından çıkarmadan yüzeysel yüzeysel takılarak kendini kandırmamaya dikkat. Yine iyi gelir de. Pek bir şey değişmez. Büyük ve köklü değişimler mümkündür, buna özgürlük denir.

Unutmayın

Tanrısal olmayan hiçbir şey yoktur. Tanrı bulut ya da bulutun arasından hayal meyal gözüken sakkallı yaşlı, elinde bir çek list ile (yaptı yapmadı onay listesi) gezen asık suratlı, beyaz tercih eden bir adam değildir. Bu adam sizin içinizde olamaz. Bu adam siz değilsiniz. Böyle bir adam yok. Elinde çek list yok, dönem sonunda hesap sorup, sizi cezalandıracak değil. O adamın sizi cezalandırdığı ve ya mükafatlandırdığı ve içinizde olduğu şu bakımdan gerçektir o adam sizsiniz sadece, o adam değil, siz. Sadece siz. Yargılamak tüm bunlardan bihaberlik yüzünden. Tanrı, evrendi, var olanın bütünü idi. O her yer idi. Kendini keşfediyordu.

Tanrı üzülemez, kızamaz, suçlu olamaz, hata yapamaz. Deneyimler ile kızgınlığı, üzüntüyü, nefreti, sevgiyi, detayı, makro evreni ve mikro evreni, sonsuzluğu öğreniyoruz. Sadece çok yaygaracıyız, hepsi de sadece teker teker öğrenilmesi gerekenler, yaygara bitse durum değişecek, buraya dikkat durum değişince yaygara bitecek değil, yaygara bitince durum değişecek.

Hata yaptığımız için suçlu hissetmiyoruz, suçlu hissettiğimiz için hata yapıyoruz. Yoksa nasıl denk gelecek de hepiniz pek bahsetmeseniz de aynı hataları üst üste yapacaksınız. Hayat tesadüfmüş gibi ondan bundan korkmayı biliyordunuz, bu da mı tesadüf?

Saf olmayın hayatın anlamını bilmiyor olabilirsiniz. Buna hakkınız vardır. Sadece biliyor gibi davranmak sakıncalı. Bir şeyi bilmemekten daha kötüsü bildiğini sanmaktır.

Babam haklıymış, hoca çok biliyormuş, lider öldürmemiş gibi davranmaya devam etmek iki taraftan birini tercih etmeye zorunda bırakılmak yüzündendir.Halbu ki değişim devam ediyor, en sonunu bilmiyoruz ki şu ana kadar olan bitene “aman da ne kötü oldu” diyelim.

Değişimin ilk ve en önemli adımı, bu yazıdan hiçbir şey anlamadıysan bile kendini suçlamayı bırakmaktır. Ardından ve beraberinde tüm özgürlüklere sahip olduğunu farketmek.

Suçluluk duyguları, “aman boşver, niye kendini suçluyorsun, unut gitsin” dendiği zaman yok olmaz, hiç kıpramaz. EFT yapmak. Anında istesen de , zorlasan da kendini suçlu hissedememektir. Gerçek affı sağlar, gerçek af efektiftir ve değişim başlar. Olacaklar şu an hala birazdan sokağın keşmekeşine girip bunu yargılayacaklar için önceden tahmin edilemez. Yavaş olmasında sakınca yoktur, onun bir süreci ve zamanı var.


Oytun Okkır

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Özgürlük


Bir insan özgürdür arkadaş.

Kendini öldürmekte, başkasını öldürmekte, hata yapmakta, nefret etmekte, haksızlık yapmakta, yanlış yola sapmakta...

O çok korktuğumuz başarısızlık. Bilmeden. Halbuki sadece başarısızlıklar bir şey öğretir, ve tek amaç gelişmek ve öğrenmekti. Tabi ki deneye yanıla.

Peki ya başarı, o hep istediğimiz, hayatımızı adadığımız, çok feragatlarda bulunduğumuz. Başarı nedir biliyor musunuz? Başarı bir hiçtir ve sadece egonuzu tatmin eder, “ben yaptım ve ya benim” demenin o eşsiz duygusu yok mu? Annenin babanın seni motive ettiği. Sen başarılı olacaksın ki o da egosunu tatmin edecek. Bahsedecek insanlara benim çocuğum şöyle böyle, şunu kazandı, şunda birinci oldu, maaaşı şu, altında bu kadar adam çalışıyor. Umursamadığı ve ya göremediği şeyi söyleyeyim, çocuğunun mutsuzluğu pahasına. Halbuki ne çok dinlediniz sözünü neleri feda ettiniz, ne çok suçlu hissettiniz, hissettikçe suçlu kalındı.

Evrensel yasa 1; bir insan tamamen özgürdür.

Evrensel yasa 2; şimdi ne yapacağız? Hep verdiğim örnek : çok dertlisin, mutsuzsun ve hastasın ya, eğer yan mahalleye meteor düşerse tüm dertler unutulur ve “şimdi ne yapacağız?” olur. Değil mi?

Kanser hastası olduğunu öğrendiğinin bir gün öncesi ve bir gün sonrası mesela. Konu her zaman “keşkelerin bir şey getirdiği yok ne şimdi ne yapacağız?”.

Şu an elektrik kesilse ve gelmeyecek olsa... İşte o zaman gerçek hayat başlar.

Evrensel yasa 3; her neye direnç gösterirsen sana yapışır ve seni bir daha da bırakmaz. Direnç göstermek hayır demektir, olamaz demektir, kızmaktır, üzülmektir, olmamalı demektir, bunu söylerken titremektir. Hata mı yapmıştın, “hiç durmadan hata yap o zaman”.

Sokakta tüküren adamdan mı nefretin? Her gün karşılaş.

Seni terkettiği zaman çok “olamaz” dedin ama farkında mısın o zamandan sonra hep terkedildin. Onlara şöyle davranmaktı hatan, hep aynı hatayı yaptın, hiç ders çıkarmadın sanki programlı gibi, kızgınlığın da hep arttı. Sanki şu lanet olasıca dünyada ilk ve tek kez sen terkediliyor muşsun gibi. O kadar abarttın ki bunu kendini o zamandan bu zamana hasta ettin. Tebrikler.

Tamam hadi hata yapmış ol. Şu yukarıdaki evrensel yasa uydurmalarına da aldırmamış ol.

Sana söyleyeyim, şu zamana kadar bu durumda kalmış olma özgürlüğün kadar şu an artık bunu bitime özgürlüğün de var. Hata yapma özgürlüğün de var. Vardı.

Hata yaptığımızda 2 seçeneğimiz olur, başaracak kadar yeterli değildin ve eksiklerini gider, ve iyi ki bununla yüzleşme fırsatı buldum, yüzleşmemek eksik olduğun gerçeğini değiştiremez, senin şu an zorlanarak yaptığın sadece yüzleşmek. Diğer seçenek ise isyan etmek. Nefret kusmak, olanı değiştiremeyecekken kendine karşı sistematik bir savaşa girişmek, hiç te mükemmel olmadığın için kendine kızmaya başlamak. Suçluluk duygusuyla, kendini cezalandırmak, ve kendine şöyle oturaklı bir boyun fıtığı hak görmek. Hayırlı olsun.

Evrensel yasa 4; korktuğun başına gelir. Kesin gelir.

Bu arada burada yazılanlar senin bilinçaltında olup bitiyor ve sen bunlardan yüzde onunun farkında olarak bu deneyimi yaşıyorsan şanslısın. İyisin yani.

Farkındalıklar artık yokmuş gibi davranılamayan şeylerdir. 30 yaşınızdaki haliniz ve 20 yaşındaki haliniz gibi.

Hata yapmaktan korkarsan hata yaparsın. En mükemmeliyetçi insanların en istikrarlı şekilde vasatın altında seyretmesi gibi. Nasıl hayatlara sahipken nasıl da “ aslında ben çok mükemmeliyeteçiyimdir” demelerinin fotoğraflarını çekmek sergilemek isterdim. Ne yalan söyleyeyim.

Evrensel yasa 5; neye dikkat edersen onun farkında olursun. Bir çocuk oyun ve oyuncak farkındalığında olacağı gibi, iş adamı şirket, çek, ev kadını çocuk ve dizi. Öteki siyaset, öteki acı hüzün, öteki kıskançlık, öteki hırs hormonları, kimisi şifa, kimisi depo, kimisi dini ritüelleri, kimisi borç kiminin harç. Önemli olan dikkat ettiğin şeyi ne oranda kendin belirlediğin. Yoksa güruhla mı gerçekleşti, yoksa hepsi yalan mıydı? Yoksa çok mu tutulduk.

Tanıştırayım, daha bebeklik kayıtlarınızın size armağanı, “başka türlü düşünememe”, koskoca bir kırmızı kurdelalı.

Maliyeti ne bilir musunuz, daimi mutsuzluk. Aman ne güzel. Suyundan koyma, çünkü bu kuru ve leş gibi yenen bir yemek.

Yoksa insanlar özgürdür, yaşanması gereken şeyleri hangi hiç bir değişmeyeni olmayan dünyada değişmeyen kural olarak adama dayadın. SIÇTIN BIRAKTIN.

Değişirdi arkadaş, sen görmesen de değişmeyen bir şey yok. Ve sen görmüyorsan o şey yoktur kafası bir ölüm fermanı.

İzin verdiğin oranda evrenle uyum içine gireceksin. Tüm başına gelenler. Kendine yasaklarsan direnç gösterdiğin şey seni bulacak bir bakacaksın “ulan olmasın dediği şeyi yaratmışız”.

Çocuğa dokunma dersen dokunacak işte.

Kimseyi olduğu durum ve davranıştan dolayı suçlayamazsın çünkü bilmezsin ki o adamın tam o anda o durumda olmak ve öyle davranmak için öyle gerekçeleri vardı ki, sana anlatamazdı ve sen de anlayamazdın. Ve sırf sen bilmiyorsun diye onu yargıladın, suçladın, hor gördün.

Yaptığın neyse de asıl sorun aynısını kendine yaptığın. Ve çok acımasızsın.

Oytun Okkır

5 Ağustos 2011 Cuma

Canlılık



Bir insanda canlılık belirtileri olmalı. Muzurluğu kovalayan bir surat. Ciddiyken ciddi ama gayri ciddi olma firsatlarını kovalayan. Recep İvedik’in dediği gibi “içindeki çocuğu öldürmemiş muhafazasındayım”.

Çocuk yönünüzün bilgelik, öte tarafla bağlantı, yaratıcılık gibi yönlerinizi kontrol ettiğini nereden bilecektiniz.

Bir düşünün çevrenizdeki insanları, buna göre bir değerlendirin. Ben diyorum ki o salak dediğiniz insanlar çok daha mutlu, ve daha yaratıcı.

Özgünlük? Kafasına göre takılma, kimseye benzememe? Özgünken, kafana göre takılıyorken, iddiasına girerim hiç bir hinlik düşünmüyor, hiç bir üzüntünü hatırlamiyor, hiç bir olumsuz duygu hissetmiyorsun. Çünkü neye dikkat ediyorsan onun farkındasın, o an sezgisel bir şekilde içinden geldiği gibi davranırken içindeki öz ile birleşiyorsun, bu seni mutlu ediyor. Aslında tek yaptığın o an kolaylıkla endişelere dikkat edebilecekken kolaylıkla içinden geleni de engellemeyebiliceğin. Engel korku, kabul vs. türlü isimler alabilir. Sadece ötekine değil de buna dikkat etmeyi seçmek, bu aynı zamanda dramatik bir olay içerisindeki komik durumları farketmektir. Cem Yılmaz bunu yapıyor, aklında kalıyor ve sonra kendine has bir şekilde hepimizin bildiği o anı bize geri anlatıyor ve bu onu en çok aranılan, görmek istenen ve dolayısıyla çok zengin yapıyor. Bana sorarsanız onun asıl zenginliği o anlarda kendi eğlenmiş olması, çocuk gibi olması, parasızken de muhtemelen aşağı yukarı aynı oranda mutlu olması ve istediği şekilde davranıp istediği şeyi yapmaktan korkmuyor olması. Hepimizin hayali... Bizi kendine çekiyor. Özü bizi çekiyor.

Onun farkı ne? Muhtemelen annesi ve ya babasından öğrendi hayatı böyle görmeyi, kimsenin çok istediği ve göremediği şekilde.

Ramtha’nın söylediği gibi bir el, bir kova ve kovanın içinde su var. El yukarısı, kova ebeveyn, sorumluluk sahibi, koruyucu yön ve işi suyu bir yerden bir yere güvenlice dökmeden götürmek. Su ise, asıl iş, taşınması gereken, çocuk yönümüz, tanrısal kısmımız. Bazen taşan.. Ve illaki bir kovaya ihtiyaç duyan. Fakat asıl işe dikkat.

Canlı olmak Osho’nun da dediği gibi başlı başına risklidir, hep ölme riskin var, son ana kadar. Ve öldüğünde artık hiç bir risk yok. Özgürlük. Her ne kadar çok korkulsa da. Risk almaktır bu sebeple hayat, canlılık burada.

Dolayısıyla yukarıda bahsettiğim iki yarı canlılık ve ölülüğü temsil ediyor, çevrenizde yok mu çoktan ölmüş insanlar.

2 Ağustos 2011 Salı

Yasak


Onlara hiçbir ahlaki, kültürel ve dini sebeple bir şeyleri yasaklamayın, çünkü suç yasağı dünyayı bir cehenneme çevirecek, bastırılmış cinsellik aşırı merakı, paketteki sigara öldürür resmi kanserleri ve ölümü, uyuşturucu yasağı uyuşturucu toplumunu getirecek. Getirdi.

İyi ki cinayet bir suç, dünyanın her yanı cinayet. En büyük cinayet aç bırakmak. Afrikada her gün binlerce insan sırf kapitalizmin arzusu yönünde ürün üretemediler ve dolayısıyla iş yapamadıkları için dünya nimetlerinden bir bardak suyu dahi alamıyorlar. Bu bir cinayettir, en sessizi ve en acılısı, en dikkat çekmeyeni, en normali, en toplusu, en sistematiği, en uzun zamana yayılmışı, en sinsisi, en insanlık dışı olanı... Yoruldum gerisini siz bulun. Ve cinayet yani bir adamın öfke ve alkolle bir başka adamı öldürmesi bir suç. En azından öldüren ve öldürülen birbirinin suratına bakıyor, kendi işini kendi yapıyor ve biri sonradan suçlu hissedecek. Halbuki öte yandan o diğer insancıklar sırf kapitalizm kafasında işe yaramaz oldukları ve köle dahi olamadıkları için bu toprağın suyundan ekmeğinden pay alamıyorlar, uçağa falan binip dünyanın öteki tarafını gezip ruhlarını zenginleştiremiyorlar, bilgi, yemek ve sağlıktan hiç bahsetmiyorum. Neden? Parası yok. Ama ben şahsen bu zamana kadar Afrikalıları inandığım Unicefe emanet edip içimi rahatlatmıştım...

Binlercesini öldüren sırf tvde öyle dediler diye %50’nin üstünde destek ve takdir dahi alabilir. Milyonlarcasını öldüren yine tvde “ama bu terorizm” deyip bizi korkutup bizi koruduğuna bizi inandırabilir. Ve biz milyon misli az suçluya çullanırız halbu ki o rehabilite edilebilir, pişman, dünyanın eko dengesini bozmadı, topluca ruh halini bozmadı, toplam hissedilen korkuyu arttırmadı ve özünde halen iyi.

Neyi niçin yaptığımızı bilmeden toplu hipnozdayız. İçinizdeki stresin sebebi neredeyse hiç bir şeyi neden yaptığınızı bilmemenizden kaynaklanıyor. Bir hikaye duymuştum, hatırladığım kadarıyla; bir dini büyük bir cihatta karşı orduyu yeniyor ve kralı ve ya artık neyse yakalıyor ve boynuna kılıcı dayıyor tanrı adına öldürmek üzere. Ölen diğerinin suratına tükürüyor ve galip de kılıcını çekip gidiyor. Adam “niye beni öldürmedin?” diyor, galip te “seni tanrı adına öldürecektim ama şimdi öldürürsem öfkem yüzünden öldürmüş olacağım.”

Amsterdam’da uyuşturucu serbesttir ve turistler bol bol uyuşturucu içer, halbuki halk neredeyse hiç içmez. Onlar için cazibesini yitirmiştir.

Cinsel tabular vajinusmu, erken boşalmayı ve abuk subuk cinsel hayatlar getirir.

Bir çocuğa neyi yasaklarsanız, onu yapacaktır. Her neye direç oluşturursanız ki bu “olamaz” demektir, “yasak” demektir, aslına bakarsanız “kötü” demektir size yapışır ve sizi bir daha da terketmez. Bu mor fil düşünme denen bir kişinin mor filden başka bir şey düşünemez olması kadar basittir. Özgürlük durumu ise dinginlik, kendini kontrol, bir şeyleri sadece istediği için yapma, ve o iç stresten kalıcı kurtulma demek. Fakat aksi durumda yasaklayana, yasaklar delineceği için çok zor gelecek ve yasaklananın da tüm dikkatini oraya çekeceği için gereksiz tutulma, yaşanabilecek milyon tane harika olaydan tutulma sebebiyle uzak kalma demek olacak. Neye dikkat ediyorsam onun farkındayım. Yasaklar dikkat çeker...

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Ön yargı Duygularda gizlenir


Ön yargı Duygularda gizlenir.

Ön, baş, baştan, önce, olaydan önce, ne olucaksa olmadan önce, ta başından anlamlarına gelir.

Yargı, bir şey, bir olay, bir kişi, bir durum, bir oluş ile ilgili ailevi, dini ve milli yani toplumsal kabuller ve genellemeleri temel alan kişisel doğru yanlış, olur olmaz, iyi kötü gibi 2’ye ayıran bir inanışı dile getirmektir.

Düşünmek, beğenmemek, tercih etmemek özgürlüktür fakat bir başkasına bunu söylediğimizde bunu onunda böyle düşünmesini istediğimiz için yaparız. Farketmediğimiz belkide o kişinin o an orada olan ile ilgili yargı sahibi olup sizi onaylayacak kadar bilgi sahibi olmayabileceği.

Bu, son zamanda hiç de özel bir şey yaşamadığınız bir komşunuzun her sabah size selam verirken bir sabah surat yapması durumunda sizin “haydaa ne oldu şimdi” demenize sebep olabilir. Sizinle özel bir şey yaşamadan birinci elden görmediği duymadığı bir bilgiye sahip olması ve artık sizi sevmemesi olabilir. Bir başka komşunun bir yargısının altındadır. Sorun birinin diğerini inandırmasıdır. O diğeri, o bir diğerinin kendi kanaatini edinmesine izin vermedi. Önce ki günkü olay bardağı taşıran son damla olmuştu ve ya o genç adamları sevmezdi. Diğerine gitti ve “bu adam evde şunu yapıyor (ve tabi ki bu toplumsal olarak korkunç bir şeydir)” dedi. Diğeri kuralı hemen hatırladı ve adamın onu yapmamış olabileceği ihtimalini es geçerek adama kinlendi.O artık ön yargılı ve adamı yargılamak üzere diğer bir komşu bulmaya hazır. Bu silsilenin adı dedikodu. Sorun silsilenin her bir etabında yapılan yargıların görüş bildirmekten çok karşı tarafın aynı yargıya ulaşmasını sağlama amacı içermesi. Yani enerjisi yüksek, sesi yüksek, tonu tiz, içindeki duygusu kuvvetli.

Bunu bu kişi neden yapıyor? Bir yerinde buna ihtiyaç duyuyor. Onaylanma ihtiyacı. “Haklısın” denme ihtiyacı. Toplumsal yargı ön kabulunü ve içindeki onaylanmış enerjisini karşı tarafın gaza gelmesi özelliğini kullanarak birisinden hoşlanmadığı için ona zarar vermek istemesi. Egosu tatmin olsun diye. Karşısındaki kişiyi kandırmak, aslında kendini de çoktan kandırmış olmak.Duygusal korsanlık yaparak, olumsuz enerji saçarak nefret uyandırarak.

O sebeple “o adamı sevmem” demenin sadece düşünmek, bunu usulca söylemek (düşüncesini belirtmek amaçlı), karşı tarafın aynı kanaati edinmesi için yüksek enerji ile belirtmek gibi birbirinden çok farklı duygu durumları olabilir Yargılamak bunun son hali, yıkıcı olanı, duygusu negatif ve 2’ye bölücü. Karşı tarafı alt yapmak. Ego, kendini üst görmek, buna uğraşmaktır. Ezilince ve ya kendini bir şey sanınca ortaya çıkar. Alt ve üst. Doğru ve yanlış.

Karşımızdaki aynı olayı o an orada yaşasa, o bahsi geçen kişiyi görse aynı yargıya varacak mıydı? Belli olmaz. Önceden belli oldu ama. Çünkü biz kızmıştık. Kendimizi alt hissetmek sebebiyle üste çıkış ve onaylanma ihtiyacındaydık. Ve tüm bu olan biteni farketmedik, bunun adı öz farkındalık. Karşımızdaki kendi edinmesi gereken deneyimi edinemedi.

Görüldüğü üzere asıl konu ne söylendiği değil, kelimeler ile birlikte adı konmadığı için farklarına varmadığımız olgular var duygularımız. Ne söylendiği değil duygusunun ne olduğu önemli.

Tüm bu yazı yargılama içermiyor mu diye düşünürseniz, negatif enerjisi yüksek, 2’ye bölücü, geçmiş acılar dolayısıyla yazılmış, birilerinin kötülüğünü istediğini düşünürseniz evet.

Duygusal farkındalık kazanılmadıkça ön yargılar duygularda gizlenecek ve bazılarımız bazı başkalarımıza ne yapması, ne düşünmesi ve ne hissetmesi gerektiğini söyleyecek. Hal bu ki kimse kimseye ne yapacağını söyleyemez. İnsan özgürdür. Dünyadaki tüm sorunlar bundan çıkar ve dünya uzaktan bakıldığında kendini yok eden bir küredir. Ve aslında herkesin istediğini beğenip istediğini beğenmeme özgürlüğü vardır.

Son olarak, dışarıyı yargılayan, içeriyi de aynı şekilde ve zararlılıkta yargılar. Çünkü kurallar herkes için...

Oytun Okkır

EFT Terapisti

8 Temmuz 2011 Cuma

Duygu


Duygu insanın hayatı algılama şekli.

Her anın, her şehrin, her insanın, her olayın, her zamanın farklı duygusu var. Duygular her zaman üzülmek, kızmak, mutlu olmak, coşku demek değildir. Coca cola içmenin bir duygusu vardır, tam boğazınızdan geçerkenki o duygu. Çocuk sahibi olmanın, yakınımızın ölüm haberini almanın, sahnede alkışlanmanın, sokaktaki dilencinin, geçen yazki tatilin, Paris ziyaretinin, Kıbrıs’ta kumarın, düşmanımızın, annemizin, big mac’in, bungee jumpingin, belli bir kafenin, güzel bir kuru fasulye pilavın ve ya Bon Jovi konserinin, namaz kılmanın, en sevdiğimiz arkadaşımızın, doğru olanı yapmanın, çocuğumuzla vakit geçirmenin, başarmanın, başarısızlığın, Angelina Joli’nin, arkadan vurulmanın, ilk öpüşmemizin ve ilk aşkımızın o unutulmaz duygusu ...

Ve farkeder emin olun farkeder. Atila Taş konserine yüz lira verseler gitmezsiniz, Scorpions’a yüz liraya yer bulamazsınız. Hep duygusu için. Bir sosisli iki liradır, karides yüz elli. Şarapları düşünün, tekirdağ ve yeni rakının farkını. Duygusu için on bin harcayıp Hawai’ye gidersiniz. Dönüşte nasıl da değdiğini anlatıp durursunuz.

Açık yazacağım.

Her ne yapıyorsak iyi hissetmek için yapıyoruz. Farkında olsak da olmasak da. Bazımız bir duygu için hayatını ciddi anlamda tehlikeye bile atar ve kanat takıp uçurumdan atlar. Her ne pahasına olursa olsun intikam ve ardından ömür boyu...Hep bir duygu için.

2010’dan ilk aklınıza gelen nedir? “O doğum gününde ne çok eğlenmiştik” ve ya “o hatayı yapmayacaktım”. İşte yolun sonunda da sadece bu yüksek hissedilmiş duygular tüm size ayrılan zamanı özetler olacak. 2010’da “aman da ne güzel her gün aynı işe gittim geldim” demeyeceksiniz.

Peki ya olumsuz duygular, sıkıntılar, endişeler, sindirememeler, nefretler, korkular sadece özgürce atılıp deneyimlemeniz gerekenlerden sizi uzak tutmaz, sizi hasta eder. Tüm sorunlar, yani ister psikolojik, ister fiziksel sorunlar, ister kendine güvensizlik, ister yaşama güvensizlik vaktiyle yaşanmış bir olumsuz olayın olumsuz duygu ve ya duygularından kaynaklanır. Tıpta psikosomatik diye geçen, doktora gittiğinizde psikolojik olduğunu öğrendiğiniz ve ya doktorun stres deyip kesip attığı.

İlk akla gelmesi gereken soru, cereyanda kalmak, ıslak saçla dışarı çıkmanın ne duygusu olacak ama insanı hasta ediyor. Vaktiyle annenizden öğrendikleriniz bunlar, “ıslak saçla dışarı çıkma yoksa hasta olursun”, korku ve suçluluk duygusu içeriyor. Öğrenilmiş. Öğrenmeseydiniz hasta falan olmayacaktınız, dolayısıyla herkesin annesi aynı oranda vurgu yapmamıştır ve cereyan kimisini kesin hasta eder kimisi üzerine hiç düşünmez bile ve tabi hiç bir şey olmaz. Boyun tutukluğunu cereyan sanabilirsiniz ama tam o dönemin gündemi olan parasal stres göze çarpmaz. Çünkü okulda duygu dersi almadınız, bu yazıda yazanlar çok insan için ilk.

Sorun çözmek ancak ve ancak doğru sebep sonuç ilişkisi kurarak olur. Ben bunu niye yaşıyorum?

İkinci soru ise “ne yani proteks sabuna ihtiyacımız yok mu?”, mikrop ve ya bakteri diye bir şey yok mu? Var kesinlikle var ama bunlar zaten her şartta var ki el yıkamanın verdiği gönül rahatlığı metroda ayakta kalabalıkta hapşıran adamın size mikrop bulaştırmasını engellemez. Vücudun bağışıklık sistemi var ve bizim hastalığımızı engelleyen ve ya engelleyemeyen bu. Bu da direkt olarak nasıl hissettiğimiz ile ilişkili.

Böyle büyük cümleler kuruyorum çünkü inanışlarla hareket etmiyorum diret bildiklerimin kıymeti var bence. O da bu güne kadar EFT çalışması yaptığım 700’ün üzerindeki insanın tamamı vaktiyle bir olayda kötü hissedip sorun edinmiş insanlar. Hep bir olumsuz duyguydu sorun.

Bize öğretilen hastalık insanı tesadüfen bulur, üzerine düşünecek bir şey yoktur, kuş gribinden ve ya kanser olmaktan korkmalıyız yalandır. Dev bir yalan, değil mi? Başka dev yalanlar yok mu sanıyorsunuz. Saf olmayın.

Bir gün endişelendim diye ertesi gün hasta olmayacağım belki ama aynı endişe her gün beni bekliyor ve akşam eve benle geliyor ve uyuyana kadar beni bırakmıyor, hatta uyutmuyorsa hayırlı olsun...

İstatistik yalan söylemez. Klasik tıbbın bir kişiyi iyileştirme, “vardı, artık yok” durumuna getirmesi ortalama % 15-20 ihtimalle olur (soruna göre değişikenlik gösterir). “İlaçla 7 gün, ilaçsız bir hafta” lafı doğrudur. Duygusal Özgürleşme Teknikleri, Emotional Freedom Techniques yani EFT her tip sorunun altında sebep duyguyu bulur, bu duygu ister güncel ister 2 yaşında yediğimiz tokatın duygusudur ve o duyguyu zorlansa da hatırlanamaz yapar. Sebep ortadan kalkar ve dolayısıyla vücut kendini hasta ettiği hızla kendini iyileştirir.

Son bir tespit; insan kendini hasta eder ve kendi kendini iyileştirir. İyileşme kararı tüm duyguların kayıtlı olduğu biliçaltından alınır. Bunu kimyasallar sağlamaz ve EFT’nin başarısı dünya geneli resmiyetinde %80-90’dır. Bunu o kadar basitçe yapar ki ilk görenler “hadi canım der”, bu normaldir. Bir şeyi helede şimdiye kadar öğrendiğimizin tam tersi olan bir şeyi görmek, reddettitit, rasyonel zekamız tarafından olur, normaldir.

Bir şeyi bilmemekten daha kötü olan şey bildiğini sanmaktır.

www.eftiletanis.com

Oytun OKKIR

EFT Terapisti

1 Temmuz 2011 Cuma

İnanmak


Çoğumuzun çıkış noktası değil mi? Her şeyini kaybettiğinde elinde tek kalan. Bir bakalım mı nelere inanıyoruz?

Anne babama? İdeolojiye? Başkana? Dine?Takıma? Arkaşıma? Doktora? Hocaya? Konusuna göre titr sahibine? Hepsindeki ortak nokta bilmemek, deneyimlememiş olmak, öyle duymuş olmak...

Arkadaşım yaşamış ve öyle dedi? İnandım, peki ya kendim deneyimleseydim? Aynı sonuca varmam kesin mi olacak? Daha değerli olan benim ne düşüneceğim değil artık inanmıyor değil biliyor olacağım.

Bir karikatür; bir radyo programında bir uzaylı ile röportaj yapıyorlar ve soruyorlar “başlarda size inanılmaması zor muydu? O da cevap verir “ ben kendime inandım gerisi geldi”. İnanmanın Türkçede bir kabul edilen iki anlamına da dikkat. Birisi güvenmek anlamında, söylediklerinin doğruluğunu kabul anlamında değil.

Allah’a inanıyorum değil varlığını biliyorum daha çok kesinlik sunuyor.

Peki ya anne bamam haklı değillerse, Papa, Hoca? Paki ya takımım her şart altında en büyük değilse? Arkadaşım ya zaten biraz ırkçı ise...

Ne olur biliyor musunuz? Sömürülürsünüz. Duygusal olarak, parasal olarak, zaman olarak...

İşte bu “deneyimlemediğimiz hiç bir şey bizim değildir” yasasına çok uygun görünüyor. Okuduğunuz kitapta yazanları deneyimlemediyseniz, sizin olmadı, hayatınıza geçirmediniz. İngilizce kursundan sonra olanlar gibi. Ama bildiğinizi sanıyorsunuz... İşte bu hiç olmasa daha iyi olacaktı. Ama siz bir ön yargıya kapılmış durumdasınız. Ve bu sizi er ya da geç yanılgıya düşürecek, neyi neden yaptığını unutmuş bir şekilde birilerini de siz inandırmaya çalışacaksınız. Alttan alta bileceksiniz ki bu bir saadet zinciri ve altınıza adam almadığınız zaman sisteminiz çökecek.

“İnancım uğruna acılar çekmem normaldir”, bu da sizin sentetik uyuşturucunuz. Acı çektiğiniz gerçeğini değiştirmez sadece kendinizi kandırmanıza yarar. O çok korktuğunuz şeyi sizden uzak tutar, hata yapmak. Hata yaptığınızla yüzleşmezsiniz, o sebepledir ki bazı kişilerin derin inançlarını paylaşmadığınız zaman aniden öfkelenirler. Söyleyeceklerinizin devamı bir yıkım olabilir. Çünkü o tüm gökdeleni bu temel üzerine inşa etmiştir.

Ama ben diyorum ki bize acı veren ve hayatı zorlaştıran bir şeyler olabilir. Sorun çözmenin ilk şartı sorunu tespit etmek. Hata ile yüzleşmek ilk iş olacaktır. En azından bazılarımız “hata yapıyorsam bunu bilmek isterim” diyebilir, bu derin bir değişim pahasına da olsa. Yine ben diyorum ki bu acılar olmak zoruda değil. Hatalı yolda çok ilerlemiş olabilirsiniz, önemli olan size iyi gelip gelmediği...

Peki ya doktorunun korkutmasıyla daha kötü olanlar... Sadece iki yıllık ömrü kaldığına inananlar. Dinde diğer dinlerin iyi görülmediğine inananlar. İntihar bombacıları.

Bir örnek vereceğim birisiyle sorun yaşayıp, o tip kişileri genelleme alışkanlığı. “Bir X ile sorun yaşadım (Türk, Fransız, Kürt, erkek, kova burcu, zenci) ve artık X’lerle benim işim kalmadığına inanıyorum”. O kişinin X’de olduğu kadar Y’de de olduğunu göremeyeceksin, ve hakkaten aklından geçenleri gerçek edeceksin, ve ya bu ön yargı ile yaşayap yaşlanacaksın bu senin için tüm X’lerle yaşanacak güzellikleri başlamadan bitirecek. İnanmaya devam et ama bil ki bu senin korkaklığın ve iç farkındasızlığının sebebi. Haklı çıkma egoların emin ol haklı çıkacak, ama onlar senin hayatını senden çalıyor. Ve muhtemelen bir başka hayatta aynı kararı tekrar alacaksın, çünkü yaşayamadıkların senin yaşaman gerekenlerdi. Bakkala gittin ve alman gerekeni almadan geldin, tekrar gideceksin.

Söylediklerime inanmanızı değil deneyimlemenizi tercih ederim. Bundan sonra her inanmak kelimesi duyduğunuzda artık sizin için bir anlam ifade edecek.

Neleri yapamayacağınıza inanıyorsunuz? Bunu kimden öğrendiniz? İlla birisi çıkacak altından. İnanmak köleliktir. Dikkat edin birileri üzerinizden pirim yapıyordur.

Oytun OKKIR

22 Haziran 2011 Çarşamba

NORMAL


Normal norma uygun demektir. Peki ya norm? Ortalama boyut. Yani normal, ortalama boyutlardademektir.Orta boy. Herkes gibi, bireyselliği vurgulanmayan hatta bireyselliği olmayan.

Kendi içinde bir evren içeren bir insan, bir diğeri ile aynıymış gibi muamele görebilir, buna kendidahi inanabilir, bunu savunabilir, anormallerle kendisine öğretildiği şekilde bir mücadele dahiveriyor olabilir. Ama bunların hiçbiri her insanın eşsiz olduğunu ve bireysel değerlerinin ve düşüncedünyasının aslında ona insan ismini verdiği gerçeğini değiştirmez. Özgünlük değer katar, hiçbiranne “baba benim çocuğum diğer tüm çocuklar gibi, ne harika” demez. Çiçeklerdir aynı şekildegübrelendiği zaman aynı şekilde açan ve ya hayvanlar. Ki onların bile bireyselliğinden bahsedilebilir.

Normal nedir biliyor musunuz? Bir restoranın patates kızartması satabilmek için her boyuttakipatatesi satabileceği ve dolayısıyla kar getirebilecek şekilde normal çubuklar şeklinde kesmesidir.Hiç sistemin ihtiyacı olan şekilde şekil verildiğimiz ve bireyselliğimizin yok edildiği hissine kapılıyormusunuz? Ben kapılıyorum.

Toplum olarak daha yüksek refah seviyesinde yaşamak normal ölçütlerinin minimuma indirilmesiylemevcuttur bu aynı zamanda bir toplumun ilerlemesinin de anahtarıdır. Ayrı ve yeni fikir vedüşünceler, çeşitlilik, potansiyelini kullanması engellenmemiş bireyler keşifleri getirir. Buna örnekherhangi bir avrupa kentinde sokaktaki insanların çok çeşitli şekillerde giyinmeleri olabilir, onlarlaentellektüel anlamda paylaşım yapabilecek kadar yabancı dil konuşanlar için düşüncelerinin de çokçeşitli olması, hayat meşgalelerinin de çok çeşitli olması, zevk aldıkları şeylerin de çok çeşitli olması,hayal güçlerinin yüksek olması ve bireysellikleri engellenmediği için sevgi destekli iş yapabilmepotansiyellerinin açığa çıkmış olması ve topluma gerçekten bir şeyler katan bireyler olmaları daolabilir. Ve tabi kendini ifade edebilen bireyler olarak mutlu olmaları.

Nispeten özgür toplumlardan neden feyz almalıyız biliyor musunuz? Çünkü ben yurt dışındayaşamış bir insan olarak şunu çok net bir şekilde ifade edebilirim. O insanlar daha mutlu ve sağlıklı.O toplumlar çok daha demokratik. Örnek, Fransa’da 2005 yılında dönemin başbakanı Villepin biryasa geçirdi. Yasa şunu içeriyordu : Şirketler için ilk kez işe girmişleri işten çıkarmak için gerekçegerekmez. Bir takım ön bilgiler vereyim; sosyal yönü çok gelişmiş bir toplum olan Fransızlar iştenneredeyse çıkarılamaz. Ciddi bir gerekçe olması gerekir çünkü eğer bir kişi işsiz kalırsa onun maaşınıdevlet işsizlik sigortası olarak öder. Villepin o dönemde iş dünyasına yaranmak için bu yasayı çıkardıve hatta savundu : “yeni yasa ile şirketler için yeni mezun çalıştırmak daha cazip hale getirilmiştir.”Fakat tezgaha uyanan lise öğrencileri eylem yaptı. Otoyolları kestiler, ateşler yaktılar, SNCF (hızlıtren işletmesi) gibi bir çok başka kurum destek için grev yaptı, ülke bloke oldu, hayat durdu. Sonuç ;Villepin istifa etti, yasa geri alındı. Bu tepkiler bizim ülke için ne kadar normal? Kendini özgürce vekorkusuzca ifade etmek. Bir başka sebep ise benim çevremdeki neredeyse herkes mutsuz, umutsuz,hasta ve cahil. Halbuki Fransız arkadaşlarım için şu saydıklarımın tersi geçerliydi.

Özünde kimse normal olmak istemez. Kaldı ki normal olmak hükmedilebilir olmayı beraberindegetiriyor. Düşünün bir çobansınız, koyunlardan beklentiniz nedir? Sürüden ayrılmamaları, bireyseldavranmamaları. Buna yönetim deniyor. Peki insanları normalleştiren, nedir? Anormal olmanınkorkusu. Bu kadar basit. Sürüden ayrılanı kurt kapacağı gibi.

İnsan koyun değildir, güdülemez, temelde kimse kimseye ne yapacağını söyleyemez, çalmadıkça

ve başkasına zarar vermedikçe herkes istediğini yapar. Dünyadaki tüm sorunlar, ki dünya uzaydanbakıldığında kendi kendini yok etmenin eşiğindeki bilinçsiz sakinleri olan bir küredir, birilerinin birdiğerini yönetmek ve sömürmeye çalışması sebeplidir. Bu sebeple insanlar normal adı altında erkenkalkar, işe gider ve bütün gün insanlığa ne getirdiği belirsiz, şirket sahibine para getirdiği belirli biriş yapar. Köpeğe atılan etsiz kemik hesabı yılda 2 hafta tatil yapar, tvde tatil reklamlarında “herkesadına hepimiz tatil için yaşıyoruz” denir kimse bir şey anlamaz, hayatta hiçbir istediğini yapamaz,özgün tüm yönleri körelir, tüm isteklerini erteler ve normal olarak şikayet eder. Öğrenilmiş çaresizlik.Ama bu durumdaki bir insan neden çocuğunu da aynı kendine benzetmeye çalışır? Çünkü kendi içinsahip olduğu korkuların tamamını çocuğu için de hisseder. Korku varken, sevgi yok, özgürlük yok,anlam yok.

Normal olmak bir suç olamaz, korkutulmuş insanı gösterir. Korkular öğrenilir, aileden, okuldan vetoplumdan. Kişinin ne kadar korktuğu, ne kadar kurala önem verdiğiyle ölçülebilir.

Unutmayın derim, kuralların ve korkuların tamamı zamana ve coğrafyaya göre değişir. Değişmezdeğildir. Değişmez olan tek şey insanın değeridir. Kuralların evrenselliği yoktur, insan uydurmasıdır,ve yukarıda belirttiğim gibi cahil, mutsuz, umutsuz ve hasta insandan köle olur ve bu durumaöğrenilmiş çaresizlik denir. Çaresiz insandan köle olur, bir çoğumuz gibi. Ben sokakta herkes gibiolmayan birini gördüğümde herkes gibi onu eleştirmek yerine ona saygı duyuyorum, belli ki bu insanhayatın, kendinin ve özgürlüğün gerekliliğinin diğerlerinden çok daha fazla farkında... Normal değil.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

EGO

13.Mayıs.2011


Ego, birinin birisinden herhangi bir alanda daha üstün olduğunu düşünmesi veya üstün olmak istemesini getiren içsel güçtür. Negatif ego “herkes benden yukarıda”, pozitif ego “herkes benden aşağıda” fikrini barındırır.

Eşitsizliği ön görür, rekabet içerir, dolayısıyla en temelde sevgisizliktir.

İnsanın ruhani yolu Sufizmde de dendiği gibi nefs yani egolarından (olabildiğince) arınmaktır.

Fakat bizi daha çok ilgilendirmesi gereken şey.

Ego zarar verir. Üstün olmaya çalışan kişi, üstün olduğu zaman işler yolundadır (ör: caddede bir barın girişinde “falanca Bey hoş geldiniz” denmek, itibar görmek). Ama askerlik sırası kuyruğunda işler aynı olmaz, “geçsene sıraya” diye bağırılmak o an zor gelir. Aslına bakarsanız kayırılmamak güçlü öfke başlatır. Ve gerisini siz tahmin edin. Sokakta zor durumdaki bir insan için fazla üzülmek te anyı şeyi gösterir. Çünkü içerisinde şu düşünceyi barındırır “ kendimi aynı durumda düşünemiyorum”. Dolayısıyla aşırı üzülür. Halbuki tam şu an dünyanın bir köşesinde insanlar kafasına bomba yerken veya Hindistan’da birileri çöpte yaşarken “ben nasıl olurda sokakta yaşarım, ben nasıl hasta olabilirim, benim nasıl şuyum olmaz buyum olmaz” diye düşünebilmek (farkında olarak veya olmayarak), kendinizi onlardan üstün görmektir.

Ego, kolaylıkla olumsuz hissedebilmektir. Ego, olumsuz duygular ve hastalıklar paralel yürür. Hastalıkların birer işaret olması, geçmişimizde kabul edemediğimiz parçamızı kabul edinceye kadar bizimle birlikte olduklarını bilmek gerekir. Ego bize hediye olarak bir ton kabul edilmemiş parça katacaktır. Her hangi aşırılık yaşayanlar için babamdan duyduğum bir laf “Önce sivriler yontulur ve denizde tek bir sivri köşe bulamazsın”.

Hayat insana hep bir şeyler öğretir. Öğretmeye çalıştığı “üstün olmaya çalıştıkça altta kalacaksın”, “ne kadar olumsuz hissedersen o kadar psikolojik ve fizyolojik olarak hasta olacaksın” ve “herkes eşdeğerdedir”.

Çeşitli alanlarda gelişmişlik mümkündür. Ruhen, maddi, zeka olarak, güzellik olarak, etkileyicilik olarak, yaş vs. Hiçbiri insanın değerini değiştirmez.

Bir dedenin “öp bakayım elimi” demesi, bir anne veya babanın 30 yaşına gelmiş çocuğuna hala ne yapacağını söylemesi, baskı yapması ve tehdit etmesi, bir öğretmenin öğrenciyi azarlaması, bir tanesinin “sen benim kim olduğumu biliyor musun?” demesi. Sadede gelirsek birisinin birisine ne yapması gerektiğini söylemesi diyebiliriz. Öfkeli veya öfkesiz, farkında olarak veya olmayarak “ben senden daha iyi biliyorum” fikrinde olması.

Karşısındakinin kendisiyle aynı değerde bir insan olarak her istediğini yapmak ve düşünmek özgürlüğüne inanmayan bir insan, kendisi de özgür olmayacak. Ancak karşısındakinin özgürlüğüne yüzde yüz oranda inanan kişi kendisi de yüzde yüz olarak özgür olabilir.

Ego tüm bunları yok eder. Sevgi veremiyor ve alamıyor durumda kalınır.

Başka zararları da var. Ego oranında şifalanılamaz ve şifalandırılamaz. Kişinin herhangi durumlarının iyleşmesi engellenir. Meslek egosuna sahip birisinin (mesleğinde akademik dünyada söz sahibi) herhangi bir ağrısı veya üzüntüsü varken, kendisine teklif edilen EFT uygulamasını “saçmalama, tabii ki istemem” diyerek reddetmesi,bunu yaparken bir saniye dahi düşünmemesi. Sırf sorununu başkasına anlatmak zorunda kalacak birinin “kendime bunu yapamam diyerek” çözüme uzak durması. Kendine yapılan yardımlar için teşekkür edemediği için yardımın kesilmesi, ve üzerine bu kişinin suçluluk hissetmesi. Bir şifacı içinse (bir yaşam koçu olabilir), kendi egoları sebebiyle karşısındakini yargılamaktan vazgeçememesi veya kendi doğruları doğrultusunda tavsiye verir olması. Halbuki şifacı kişi karşısındakini yargılamaz, ne yapması gerektiği söylemez, sadece hayatında değiştirmek istediği her ne ise bunu yapamıyorken yapabilmesi yolundaki engelleri kaldırır.

Ego acı ve üzüntüden doğar ve beslenir. Bu sebeple insanı olumsuz durumunda tutar. Bu sebeple ülkemiz insanı hayli egoludur ve arabesk müzik dinler. Tüm şarkılar acı, hüzün içerir. İnsanımız ilk başta acılarla mı bu duruma gelir? Değil mi? İbrahim Tatlıses buna bir örnek olabilir mi veya bir politikacı, geldiği yeri bilenler için Hitler.

Tek sebep acı çekmiş olmak değil tabii ki. Basitçe ailede şımartılmış olmak kendini üstün görmek için yeterli.

Ailede sevgi arsızı, her istediğini elde etmiş ve şımartılmış olan bir kişinin ilerleyen yıllarda sevgilisinin terketmesi üzerine kendini kanser edecek kadar üzülmesi acıdır. Altında tek şey yatar “nasıl olurda bunu yaşarım?”. “Yaşardın, herkes yaşar”.

Haberiniz olsun

Oytun OKKIR

EFT Terapisti

6 Mayıs 2011 Cuma

The Economist Dergisi EFT üzerine makale

https://www.economist.com/user/3736047/comments

Therapist-free therapy

Mar 8th 2011 10:43 GMT The Economist

The therapy EFT - Emotional Freedom Techniques - has been very effective in resolving PTSD in Vietnam and Desert Storm veterans. What's more ... it's free and so perhaps is not in favour with the multinational drug companies who sponsor medical research.

The basis of EFT is that the neural bonds formed when the initial event is stored in our brain/psyche continue to transmit associated responses to stressful situations or impressions which have been hardwired into our mental processing.

EFT therapy re-visits the situations verbally and through acu-pressure allows the bond to be neutralized and so the client will still be aware of the incident (being shot at while jumping out of an attack helicopter) but will no longer have the associated trauma symptoms ..... heightened heart rate, respiration, muscular tension etc.

This research paper from the American National Institute of Mental Health shows the way in which these neural bonds can be neutralized in a chemical method creating the same result.

Terapistsiz Terapi

8 Nisan 2011 The Economist

Duygusal Özgürleşme Teknikleri Vietnam ve Irak savaşı sonra travma sonrası stres bozukluğu yaşayan askerlerde çok etkin sonuçlar verdi. Dahası, bedava ve galiba tıbbi araştırmalara sponsor olan çok uluslu ilaç şirketlerinin aleyhinde çalışıyor.

EFT, zihin işleyişindeki geçmişte yaşanmış çekirdek olayla kuvvetli şekilde ilintili durumları gidermek için bu gerilimli olayların etkisini yok edecek sinirsel bir onarma gerçekleştiriyor.

EFT Terapisi sözel olarak geçmiş olayı yeniden ziyaret ederken, aku-pres ile duygu nötürlenmesini sağlayarak, hastanın halen geçmiş olayı tamamen hatırlarken (örneğin saldırıya uğrayan bir helikopterden atlarken vurulma) artık hiçbir travma semptomu taşımamasını sağlıyor... kalp atışı hızlanması, nefes,kas kasılması vs.

Amerikan Ulusal Zihin Sağlığı Enstitüsü tarafından yapılmış bu araştırma, EFT’nin kopmuş sinirlerin kimyasal metod ile aynı sonuçları veren onarımını sağladığını göstermiştir.

5 Mayıs 2011 Perşembe

Ben Kimim?

Merhaba,

Ben bir EFT Duygusal Özgürleştirme Teknikleri Terapistiyim.

12 Eylül 1978’de Istanbul’da doğdum.

Eğitim hayatım Saint Benoit Fr. Lisesi,YTÜ Gemi İnşaat.Mühendisliği ve ardından Fransa Nantes’ta Gemi Mimarlığı Master’ıdır.

Babam Kuddusi Okkır’ın ölümünün ardından 2008’de EFT Master İnci Erkin’in davetiyle EFT ile tanıştım ve hayatım değişmeye başladı, 2009 Aralık ayında ise EFT Practitioner ve Profesyonel Terapist olmaya hak kazandım. Şu an yüzlerce çalışmamın ardından tüm yurtta EFT Eğitimi ve Seminerleri veriyorum.

Katıldığım birkaç tv programı ve basında çıkan haberler aşağıda.

TRT Reçete Programı 1. Bölüm

TRT Reçete Programı 2. Bölüm

Olay TV'de İşin Doğrusu Programında EFT

Akşam Gazetesi Röportajı

Derki.com Röportajı

EFT Nedir?

Öncelikle EFT ve benimle ilk kez karşılaşanlar için EFT,

Emotional Freedom Techniques yani Duygusal Özgürleşme Teknikleri, bir alternatif tıp dalıdır, uygulaması ve öğrenmesi kolaydır. Kişinin sorun olarak kabul ettiği her şeyi çözmeye adaydır ve çok etkilidir. En derin psikolojik ve en ciddi fiziksel sorunlar, takıntılar, korkular, sakatlıklar, genel motivasyon yükseltme, kötü motivasyon giderme ve aklınıza gelen tüm hastalıklar için uygulanabilir.

EFT’yi oluşturan alt disiplinler arasında akupunktur yerine akupres, hipnoz, modern psikoterapi ve nlp vardır.
Her sorunun altında duygusal bir olay ve o olayın bir duygusu vardır. Bu duygu kişiyi o kadar yaralamıştır ki kişi hasta olmuştur, vücudun kendini hasta ettiğini söylemek de mümkündür. Çözüm, kişinin o olay ve duygu ile barışması ve kendi kendini hasta eden vücudun, kötü bilinçaltı kaydının, iyi ve olumlu kayıt ile değiştirilerek kendi kendini tedavi etmesidir. Uygulama, vücuttaki enerji meridyenlerinin tepe noktalarının akupres ile uyarılıp, bu meridyenlerdeki tıkanıklıkların giderilmesi ve aynı anda kişinin bazı özel replikleri tekrar etmesi temellidir.

90’lı yıllarda Gary Craig tarafından bulunmuş, bugün dünya üzerinde yüzbinlerce kişinin uyguladığı bu Enerji Psikolojisi Tekniği için sihirli değnek benzetmesi yanlış olmaz.